Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Hesaplaşma kiminle... Cunta ile mi, ihbarcı ile mi?

Hesaplaşma kiminle... Cunta ile mi, ihbarcı ile mi?

Televizyonlarda birçok “tartışma” programı izlediğim için, hangi programda, kimin söylediğini şu an hatırlamıyorum. Bir gazeteci; bazı kurumların, “devlet sırlarının ve hatta namusların emanet edildiği yerler” olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Emniyet’in ve Cumhurbaşkanlığı’nın da bu yerlerden olduğunu ifade edip; “Ama, belgelerin havada uçuşması da gösteriyor ki; TSK, her bilginin dışarı sızdığı bir kevgire dönmüştür” diyordu.
Gazeteci meslektaşım, yerden göğe haklıydı... Genelkurmay Karargâhı, gerçekten de “kevgir”e dönmüş durumda... Çünkü hemen her gün bir “belge” sızıyor dışarıya!.. Artık o hale geldi ki; neredeyse yaptıkları “geyik”lerden, seyrettikleri “film”lerden, aldıkları “nefes”lerden, ettikleri “küfür”lerden bile haberimiz var!..
“Şeffalık” elbette güzel bir şey!..
Ama, TSK gibi bir kurumun, şeffaflığın da ötesinde, bir “kevgir”e dönüp, atılan her “adım”dan dışarının haberdar olması, TSK’ya duyulan “güven”i yok ettiği gibi, orasının “emin bir kurum” olmadığını da gösteriyor!..
“Belgelerin sızması” üzerinde, elbette çok şey söylenebilir!..
Ama, asıl düşündürücü ve vahim olan şey; “belgelerin sızması”nı önleyemeyen bir kurumun, “sınırdan terörist sızması”nı acaba nasıl önleyebileceği!..
Öyle ya;
“Sınırdan terörist sızması”nı önleyemeyip, “Türkiye’nin içleri”nde eylem yapmalarını engelleyemeyen bir kurum, “belge sızması”nı da engelleyemez!..
Niye engelleyemez?..
Çünkü TSK içindeki bir “cuntacı” yapılanma, “asli görev”leri olan “askerlik”le değil, maalesef “hükümetleri devirme plânları” yapmak, “cemaatleri sindirmek ve insanları fişlemek” ile “kişi ve kurumları andıçlamak”la meşguldür!..
Bunlar, “TSK’nın üzerine vazife olmayan işler”dir!.. İnsanlar veya kurumlar “kendi işleri”ni yapmaz da, başkalarının işlerine burunlarını sokarlarsa, işte orada “rahatsızlık” başlar!..
CUNTA VARSA, İHBAR DA OLACAKTIR
Niye rahatsız olur insanlar?..
Olurlar, çünkü o işten ekmek yemektedirler!..
Meselâ, bir “gazete” düşünün... Nedir “gazete”nin görevi?.. “Haber ve yorum”larıyla halkı bilgilendirmek... Ama, gazete bu “misyon”unun dışına taşıp da “banka” veya “elektrik” işine el atar ve “ihale kovalamaya” başlarsa, gazete olmaktan çıkar, “patronun tetikçisi” durumuna düşer!..
İşte bu durum, ister istemez “çalışanları” etkiler!..
Kurum içinde rahatsızlık başlar!..
Ki, bu rahatsızlığın dışa vurulduğu çok olmuştur!.. Genel Yayın Yönetmenleri veya yazarlar, “patron”larını ikaz edip, “ihale kovalamaktan vazgeçmelerini” ve “asli işler”ine dönmelerini istemişlerdir!..
Patronların bir kısmı bu “uyarı”lara kulak verip, “asli misyon”larına dönmüşler, iyi de yapmışlardır!.. Dönmeyenler ise, hâlâ düştükleri “batak”tan çıkmaya, çırpındıkça batmaya devam etmektedir!..
“Gazete” örneğini özellikle verdim ki; durum iyice anlaşılsın!.. Genelkurmay’daki kurmaylar da, bu durumdan “ibret dersi” alsın!..
Çünkü, Genelkurmay’ın içine yuvalanmış “cuntacı”lar da, maalesef “illegal işler” yapıyor...
“Asli işleri olan askerlik”le meşgul olmak yerine “darbe” plânları yapmak, “kişi ve kurumları andıçlamak”la meşgul oluyorlar!..
İFADE AYNI, ÇÜNKÜ DUYGU AYNI!
Ne var ki;
Bu durum, “asli işleriyle” meşgul olan yani “askerlikten ekmek yiyen” insanları rahatsız ediyor!..
Bu rahatsızlık, çeşitli “ihbar” mektuplarında, şöyle ifade ediliyor:
“Kuşaklar boyu TSK’ya hizmet etmiş bir aileye sahip olmaktan onur duyan bir subayım... Kendi vatandaşlarına psikolojik harekât uygulayan bir cunta oluşumunda, birçok arkadaşımla birlikte görev aldım... Bu güzide kurumun imkân ve kabiliyetlerinden faydalanılarak, insanlarımız tek tek fişlendi... TSK içindeki cunta örgütlenmesi, faaliyetlerini TSK’nın ortak görüşü gibi gösteriyor.. TSK’nın itibarı sürekli zedelenmeye devam ediyor.”
Bu ifadeleri sağa-sola çekiştirip de, “durumdan vazife çıkarmaya” yeltenmek, yani “ihbar”ların “aynı elden çıkmış” olduğu imajını vermeye çalışmak, TSK’ya “fayda” değil, “zarar” getirir!..
Bu gibi durumlarda, elbette “aynı ifadeler” kullanılacak!.. Ne yani; “yanlı ve yanlış” bir haberden dolayı bir “gazete”ye telefon eden okurlar da;
“Artık gazetenizi almayacağım!..
Sizi protesto ediyorum” demiyorlar mı?..
“İhbar” mektubu yazan askerlerin de; “kurumlarının yıpranması”ndan rahatsızlık duyup “aynı ifadeleri” kullanmasından daha doğal ne olabilir?..
Hem sonra;
Yapılan “iş”ler “hep aynı” olunca, yani hep “darbe” plânı, hep “andıçlama” ve hep “fişleme” olunca, gösterilen “tepki”nin de, hep aynı olması son derece normal değil mi?..
Bundan “farklı bir anlam” çıkarmaya çalışmak, “öküzün altında buzağı aramak”tan farksızdır!..
BİR GÖREV Mİ İFA EDİYORLAR?
Bana öyle geliyor ki;
Bu tür yayınlar da; “darbe plânını sulandırmayı, kafaları bulandırmayı” amaçlayan “psikolojik harekât”ın bir parçasıdır!.. Kendilerine böyle bir “görev” verilmiş olan “bazı gazete ve televizyonlar” da, görevlerinin gereğini yerine getirmektedirler!..
Benimkisi, sadece bir “kanaat” değildir!..
Bazı gazete ve televizyonların son günlerdeki yayınlarında “gördüğüm” o ki; resmen ve alenen “karşı propaganda” taktiği izleniyor!..
Hem de;
“Cuntacıların plânları”na uygun olarak!..
Bugünkü 1. sayfamızda “sürmanşet”ten verdiğimiz haber, “panik” içinde olsalar da, “cuntacı”ların plân yapmaya devam ettiğini gösteriyor.
Haberden de okuyacağınız gibi;
“Ergenekon savcıları”na ikinci bir ihbar mektubu gönderen ve;
“Ben ülkesini ve çalıştığı kurumu her şeyden üstün tutan bir TSK mensubuyum. Ülkemi o kadar seviyorum ki; kendimi, ailemi, meslekî kariyerimi ve geleceğimi riske atarak ‘İrtica ile Mücadele ve Eylem Planı’ belgesinin aslını gönderdim.
Elde ettiğim belgelerin kamuoyuna yansımasından ve Adli Tıp Kurumu’nca da teyit edilmesinden sonra, yaptığım bu girişimin çok yerinde olduğunu kıymetlendirmekteyim.
Amacım, tutku ile bağlı bulunduğum Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak değildir. Aksine, Silahlı Kuvvetler’in arkasına saklanarak, ülkemizin istikrar, güven ve demokrasisine kastedenleri deşifre etmek suretiyle ülkeme hizmet etmektir.
Sadece gerçekler ortaya çıksın ve telafisi imkânsız girişimlere engel olunsun istiyorum.”
Deyip, amacını açıklayan “vatansever subay”ın verdiği bilgiler; hem “9 maddelik yeni plân”ı, hem de “medyaya nasıl bir görev verildiğini” gözler önüne seriyor!..
“Plân”dan da anlaşılacağı üzre;
Gerek “gazetelerin haber ve yorumları”nda, gerek “televizyon ekranlarına çıkarılacak uzman(!)ların ifadeleri”nde nasıl bir yöntem izlemeleri gerektiği şöyle “dikte” ediliyor:
¥ “Mektuptaki belge ile ilgili olarak yazıcı, kalem, mürekkep vb. tali unsurları ön plâna çıkararak, belgenin içeriğinden çok, şekli unsurlarının kamuoyunda tartışılmasını sağlamak.
¥ Belgenin gerçekliğini ortaya koyan kişi ve kurumları yıpratmak.
¥ Belgeyi yayınlayan ve savunan gazete ve gazetecileri, belgenin gerçek olmadığına dair ikna etmeye çalışmak, ikna edemediklerini de yıpratmak.
¥ İmza makinesi gibi argümanlara sarılarak, kamuoyunda belgenin gerçekliğine olan inancı sarsmak.
¥ Belgenin içeriğinden daha çok, gündeme geldiği dönemin kamuoyunda tartışılmasını sağlayarak, dikkatleri belgenin içeriğinden uzaklaştırmak.”
“Aslı 9 madde” olan son plânın şu ‘5 madde”si de gösteriyor ki; “ıslak imzalı belge”nin gerçek olduğu ortaya çıktıktan sonra, “gazete”ler ve “televizyon”larla da temas kurulmuş ve onlardan “destek” istenmiştir!..
BAYKAL KİMİNLE HESAPLAŞACAK?
Ne yalan söyleyeyim;
Son günlerde, özellikle “kartel medyası”nın, “cuntacılardan gelen talepler”e “olumlu” cevaplar verdiğini ve bir “cunta bülteni” gibi “karşı propaganda” yürüttüğünü söylemek durumundayım!..
“İhbar mektuplarının aynı elden çıkmış gibi olduğunu” yazıp, kafalarda “istifham”lara yol açmaya çalışmak, “verilen görevin ifası”ndan başka bir şey olmasa gerektir!..
Ama, şunu unutuyorlar;
Mektuplardaki ifadelerin “birbirinin benzeri” olması, onların “aynı el”den çıktığını göstermez!..
Evet, o mektuplar “aynı el”den değil ama “aynı duygular”dan çıkmıştır!..
Burada, üzerinde durulması ıgereken asıl konu; “ihbar edenler” değil, “ihbar edilenler”dir!..
İhbar edenler, nihayetinde “TSK içindeki cuntalaşmayı” haber vermektedir!.. Peki biz, “ihbarcıların kimlikleri” ile meşgul olup, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dün dediği gibi; “Çıkın ortaya!.. Çıkın da hesaplaşalım!” deyip hedef mi şaşırtacağız, yoksa “deşifre” olan “cuntacı”ların hazırladıkları “kirli plân”ların gereğini mi yapacağız?..
“Vatansever subay”, ihbar ediyor işte!..
“Yer” veriyor, “isim” veriyor, “bilgisayar numarası” veriyor ve hatta “kredi kartı numarası” veriyor!..
Peki, “kartel medyası” ve ekranlara çıkarılan “uzman”(!)lar ne yapıyor?..
“Bilgi”lerin doğruluğu veya yanlışlığını tartışmak yerine, “ihbarcının kimliği”ne dikkat çekiyor!..
Yani, “hedef” saptırıyor!..
Yani, “psikolojik harekât” yürütüyor!..
Aynen, “son belgede istendiği” gibi!..
Sözü daha fazla uzatıp da kafanızı şişirmeden şunu söylemek istiyorum:
“Asker askerliğini, gazeteci gazeteciliğini, patronlar patronluklarını bildiği” ve de sadece “kendi işleri”ni yaptıkları sürece; ne “ihbarcı” olur, ne de “rahatsızlık” duyan!..
Herkes kendi işini yapsın!..
Kendi işini yapmayıp da, burunlarını başkalarının işine sokanlar, er veya geç “deşifre” olmaktan kurtulamazlar!..
“Cuntacı”lara tavsiyem;
Deşifre olan kimlik ve kirli plânlarını “örtbas” etmeye çalışmak yerine, o defterleri bir an önce kapatıp, “darbeci hevesler”den vazgeçmeleridir!..
Çünkü, “kevgir”de su durmaz!..
==================
Bu tanrı, kimin tanrısı?
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün dünkü “grup konuşması”nı dinleme imkânınız oldu mu acaba?.. Duyamayanlar için kısaca aktarayım...
Ahmet Türk, “sel”de hayatını kaybedenler için, “tanrıdan rahmet dileyerek” başladı sözlerine!..
Evet, “tanrıdan rahmet” diledi!..
Şahsen ben, bu “tanrı”nın hangi tanrı ve ne tanrısı olduğunu anlayamadım... “Yer tanrısı” mı, “gök tanrısı” mı?..
Yoksa, “Mezopotamya tanrısı” mı?!?..
İşin esprisi bir tarafa; “Doğu”da veya “Güneydoğu”da, “Allah’a inanan” hiçbir vatandaş, “tanrı” demez!.. Eğer “rahmet” dileyecekse, “Cenab-ı Allah’tan” veya “Cenab-ı Hak”tan rahmet dilediğini söyler!..
“Tanrıdan rahmet dilediğini” söyleyenler, içinden çıktıkları toplumu temsil ettiklerini söyleyemezler!..
Sorarım size;
“Dindar bir Kürt” vatandaşının “tanrı” dediğini hiç duydunuz mu siz?..
Öyle görünüyor ki;
“Ramazan ayı”nda ve milletin gözleri önünde “su” içen ve böylece “din ve dindar”a saygı(!)sını gösteren “Leyla Zana ve arkadaşları”nın anlayışı, “DTP’liler”de devam etmektedir!.. Devam etsin, hiç umurumda değil!..
Ama bunlar, “Kürtlerin tamamını temsil ettiklerini” söylemesinler!..
Çünkü inançlı Kürtler, “tanrı” demez, “Allah” der!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi