Sen de inandın!
Kamuoyuna ‘ıslak imza tartışması’ olarak yansıyan hadise aslında Türkiye’yi kimin idare edeceği tartışmasının bir parçası. Gerçek demokrasilerde elbette böyle tartışmalara ihtiyaç duyulmaz. Çünkü demokrasilerde ülkeyi milletin seçtiği temsilciler yönetir. Fakat Türkiye gibi demokrasisi darbelerle yaralanan ülkelerde bu tartışmalar sürüp gider.
Bir değil, birden fazla ihtilâl yaparak mevcut iktidarları deviren ve bununla da övünen; demokrasi dışı anlayışa mensup olanların yeni ihtilâl planları yapması garip karşılanmamalı. Bir anlamda ‘yaptıkları, yapmaları mümkün olana’ delil kabul edilebilir!
Geçtiğimiz Pazar günü düzenlenen bir toplantıda konuşan bir akademisyen, günlük tartışmalara geçmişten bir misal vermiş ve özetle, “Özal olsaydı beklemez, mevcut komutanı görevden alırdı” demiş. Tam bu noktada Özal’la ilgili sürpriz bir değerlendirme medyada yer aldı: “Turgut Özal’ın sivil siyasetin öncüsü olması efsanesini sorgulamazsak, bazı şeyleri örtbas etme, görmezden gelme geleneği başka şekillerde devam edecek, düze çıkamayacağız demektir. (...) Özal 12 Eylül rejiminin bürokratı ve darbe vesayetinin ön verdiği bir siyasetçiydi. Hadi, o ortamın bunu zorunlu kıldığını varsaydık, kurcalamadık, 12 Eylül’ün siyasi yasaklarını kaldırmak için referandum yapıldığında, siyasi yasakları kaldırmaya ‘Hayır’ kampanyasını, darbecilerin diline sarılarak nasıl canla başla yürüttüğünü görürsünüz. ‘Ülkeyi 12 Eylül’e getirenler sivil siyasetçiler olduğunu, o nedenle asla affedilmemeleri gerektiğini’ söylememiş miydi?” (Nuray Mert, Hürriyet, 9 Kasım 2009)
El hak söylemişti, buna şahidiz!
Başbakan da katıldığı bir TV programında bu sıcak tartışma ile ilgili soruları cevaplandırırken şöyle demiş: “Genelkurmay Başkanı bana ‘Hukuka ters yapıyı ordu içinde yaşatmam’ dedi.” (Sabah, 9 Kasım 2009)
Tabiî ki olması gereken odur. Hukuka ters bir yapı, değil ordu içinde hiç bir kurum ve kuruluşta olmamalı, buna imkân verilmemeli. Ama ortada bir de vakıa var. Geçmiş yıllarda hukuka ters olarak oluşan bir değil, birden çok yapı oluşmuş, bir araya gelmiş ve iktidarları alaşağı etmiş. O halde bu konuda sadece söze değil, ‘öz’e de bakmak gerekir. Başbakanın sadece ‘söz’e güvenmesi ne derece doğrudur? Malum, kişinin lafına, sözüne değil; ‘iş’ine ‘icraat’ın bakmak gerek.
Geçmişe baktığımızda sadece ‘söz’lere inananların son tahlilde hata yaptığını görürüz. Meselâ 12 Eylül öncesinde dönemin Genelkurmay Başkanına bir şekilde “Her hangi bir sıkıntınız, eksiğiniz var mı?” diye sorulmuş ve “Hayır, hiç bir eksiğimiz yok. Terörü önlemek için fındık yapraklarının dökülmesini bekliyoruz” cevabı alınmıştır. (Hatırlamak lâzım, o günlerde büyük şehirlerin yanı sıra fındık üretim merkezlerinden olan Ordu’nun Fatsa ilçesi de terörden yana mağdurdu...) Bu cevabı ‘doğru’ kabul eden iktidar mensupları yanıltıldıklarını anlamış, ama aynı zamanda geç kaldıklarını da görmüşlerdi.
Bu bakımdan sadece ‘söz’lere değil, ‘öz’lere, ‘icraatlara’ ve fiiliyata da bakmakta fayda var. Hüsn-ü zan ve adem-i itimad dengesini iyi kurmak lâzım vesselam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.