Albay Dursun Çiçek'in dramı

Albay Dursun Çiçek'in dramı

-Benimki önce sadece bir histi. Beyaz bir minibüsün içinde sessiz, sakin oturan biri olarak tanıdık hepimiz onu. Yakından bildiğimiz manzaralardan biraz farklıydı.
Hani şu sık rastladığımız sahneler var ya: Polis, sanığı savcılığa getirmektedir. Kameralar ancak aradan, doğal akış içinde enstantaneler yakalar ve bizler de o kısa anlardan ekranlara yansıyanları izleriz. Albay Dursun Çiçek'inki epeyce farklıydı. Ne bir haksızlığa uğramışlık duygusu, ne bir isyan ne de boyun eğme. Gözlerinde sadece hüzün vardı.

Kurmay Kıdemli Albay Dursun Çiçek'in çok parlak bir askerî kariyeri var. Tokatlı bir Anadolu çocuğu olarak, Pamukpınar Öğretmen Okulu'na girmeyi başarmış. Harbiye'yi üçüncülükle bitirmek zor bir iş. Kara Harp Akademisi'ni ve Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni dönem ikincisi olarak bitirmek de öyle. Bütün askerî kariyerini karacıların katı disiplini içinde geçirmiş bir piyade subayı; üzerindeki beyaz denizci üniforması sadece görünüşten ibaret. Bütün bu sıkı askerî kariyeri içinde zaman bulup çok zor bir işin üstesinden gelmiş, doktora yapmış. Demek ki karşımızda seçkin bir Türk subayı duruyor.

"İlahlar kurban istiyor"

"İrtica ile mücadele eylem planı"nın altındaki imzanın sahibi sıfatıyla neredeyse beş aydır bu güzide subay, tartışmaların merkezinde duruyor. Genelkurmay karargâhında görevli, vazifesi başında bir subay olduğu için çıkıp konuşamadı. Tek istisnası var. Hürriyet'ten Saygı Öztürk'e durumu özetleyen bir tek cümle söyledi: "İlahlar kurban istiyor".

"İlahlar", güç ve iktidar sahibi olanlar. İşler yolunda gitmediği zaman birini kurban ederler. Böylece kabaran öfkeyi bastırırlar. Albay Dursun Çiçek, kendisinin, kurban olarak seçildiğini söylüyor. Gözümüzün önünde canlandıralım. Sıkı bir askerî eğitimden geçmiş ve bütün kişiliği bu meslekte şekillenmiş ve mesleğinin hakkını vermiş bir subay. Eminim ki Albay Çiçek, bir muharebede emrindeki piyade alayını, tıpkı Çanakkale'deki 57. Alay gibi bir daha geri dönmemek üzere ateş hattına sürerdi. Karargâhta ordu komutanının "Alayını hücuma hazırla!" emrine hiç düşünmeden sadece "emredersiniz" cevabını verir ve askerini gayrete getirmek için en öne geçip "hücum" emrini verirdi. Vatanı için gözünü kırpmadan kendisini feda ederdi. Yazdığı iddia edilen metne gelince: Berbat. Demek ki siyaset becerisi askerde mevcut değil.

Şimdi ise "ilahlar" tarafından kurban edildiğini düşünüyor. Yanlışlık nerede? "İlahlar"da mı, yoksa "kurban"da mı? Parlak bir Türk subayını, halkına komplo kurma suçlamasıyla mücrime dönüştüren "ilahlar"ın kurduğu düzene eğilmemiz gerekmez mi?

Bütün asker çocukları gibi çocukluğum, askerler arasında geçti. Askerlerin nasıl yaşadıklarını, ne tür zorluklarla karşılaştıklarını, üstelik bu mesleği nasıl bütün aile fertleriyle birlikte icra etmek zorunda olduklarını yakından biliyorum. Dino Buzzatti'nin Tatar Çölü isimli romanı, edebî değerinin yanında askerliğin o bıktırıcı monotonluğunu ve doğası gereği ortaya çıkan farklı sosyalleşmeyi çok iyi anlatır. Askerlik mesleği, zenginlerin, tuzu kuruların seçtiği bir meslek değildir. Başka türlü yukarıya yükselme fırsatı olmayan Anadolu çocukları, yokluğun ve yoksulluğun içinden çıkar ve subay olurlar. Bizim toplumumuzda aristokratik gelenekler olmadığı için askerler hep halkın içinden çıkar. Ordunun içinde ise kurumlaşmış bir oligarşi var. Ordu içindeki iktidarı ele geçirmek, ülkeyi yönetmek anlamına geliyor. Bu oligarşi, karargâh örgütlenmesini ülkeyi yönetme ihtiyacına göre biçimlendirmiş. Bunun için örtülü bir siyasî uzmanlaşmaya ve örgütlenmeye girişmiş. Yönetme hakkını silahlı gücün eline verebilmek için ideolojik araçlar geliştirmiş. Laikliği ve Cumhuriyet'i silahlı koruma altına alarak, siyasete karışma ayrıcalığına gerekçe yapmış. Atatürk'ün itibarının arkasına saklanarak, silahlı zorbalığa mazeret aramış.

Taraf Gazetesi önceki gün, "İrtica ile mücadele eylem planı" gibi yüz belgenin daha mevcut olduğunu öne sürüyor. O zaman savaşmak üzere değil, siyaset yapmak üzere, üstelik işi zorbalığa vardırarak ve suç işleyerek siyaset yapmak üzere kendini organize etmiş bir karargâh yapılanması var.

Kanunsuz emir

Harp Okulu'na girdiği tarihten itibaren emir almaya ve emir vermeye alışmış şerefli bir Türk subayı, bu karargâhta göreve başlayınca ne yapar? Alayını taarruza hazırlamasını emredecek olan komutan, "İrtica ile mücadele eylem planı" hazırlamasını emrettiği zaman aynı topuk selamı ile "emredersiniz" demekten başka çaresi var mı? Elbette var. Karşılığında bütün meslekî ideallerinden vazgeçmek ve emekliye ayrılmak şartıyla.

Kurmay Albay Dursun Çiçek'in hazırladığı eylem planının bireysel bir inisiyatifin eseri olmadığı, kendi imzasını inkâr etmesinden belliydi. O belgeyi hazırlama emrini verenlerle, imzasını inkâr etme talimatı verenler aynı kişiler. Albay Dursun Çiçek'in yüzüne yansıyan hüznün arkasında da bu ikilem olmalı. Bu belge kendi eseri olsaydı, başından itibaren imzasına sahip çıkardı. İmzasına sahip çıktığı zaman üstlerini, daha önemlisi bağlı olduğu kurumu zor durumda bırakmayacağını bilseydi hiç tereddüt geçirmeden gereğini yapardı. Bugün yaşadığı bir asker için daha zorlu bir açmaz değil mi?

Albay Dursun Çiçek'in suçu, Anayasa'mızda açıkça yazılan "konusu suç teşkil eden emri yerine getirmek"ten ibaret. Anayasa'mızın 137. maddesi şöyle diyor: "Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz." "Konusu suç teşkil eden emri yerine getirmek" ağır bir suç. Hele bu suç, ülkenin güvenliğinin emanet edildiği silahlı gücün içinde, üstelik kurumsal bir düzen içinde işleniyorsa. Askerî disiplin içinde üstelik kurumuna duyduğu güvenle bir subayın bu suçu işlemesi çok garip değil. Çünkü bu suçtan daha büyük bir suç var. "Konusu suç teşkil eden emri vermek."

Kurmay Albay Dursun Çiçek, Türkiye'nin başta güvenliği ve devletin sahip olduğu hukuku var etme adına çok kritik bir davanın sanığı. Onun artık ezbere bildiğimiz imzası, Türkiye'yi normal bir hukuk devletine taşımanın anahtarı. Ama önce bizim, sonra da özellikle TSK mensuplarının bilmesi gereken çok önemli bir husus var: Ne askerlik mesleği saldırılara uğruyor ne de şerefli bir Türk subayı haksızlığa maruz kalıyor. Çünkü biz kurbanların değil, ilahların peşindeyiz. Bundan sonra hiçbir komutan emrindeki subayı, askerî disiplinin arkasına saklanarak suça sevk etmemeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi