İnsanlar ikiye ayrılır
Galatasaray basketbol takımı bir rezalet yaşadı; eskiden başkasının lisansıyla adam oynatmak türünden ucuz sahtekârlıklar, liselerarası futbol müsabakalarında, amatör maçlarda filan yaşanırdı. Yıllar sonra aynı filmi daha fiyakalı salonlarda seyretmek insanı şaşırtıyor.
İşin güzel tarafı şudur: Yöneticiler, sorumlular mırın-kırın etmediler; "Mesele henüz tahkikat safhasındadır, ilgili tarafların ifadeleri alınmadan, yetkili kurullar toplanıp görüşülmeden fikir açıklamamız doğru olmaz" demediler; doğrudan kangrenli uzvu budadılar, sorumluları kovup spor camiasından özür dilediler.
Bir şey daha yapmadılar, "Bu, asırlık kulübümüze karşı kurulmuş bir komplodur; hepsi de onurlu, statü ve mevki sahibi, saygıdeğer insanlardan oluşan yöneticilerimiz, şer güçlerin tezgâhı ile, hattâ ve hattâ karşıdevrimle filan karşı karşıyadır" demediler.
Kimse kalkıp, "yanlış anlaşıldık; olay maksadını aştı" yâvesi karıştırmaya kalkmadı; birileri çıkıp, "GS'ye iftira atıldı; ben bu meselede kulübün avukatlığını üstleniyorum, safları sıkıştıralım arkadaşlar, gedik vermeyelim" diye yangından ganimet kaldırmaya kalkışmadı.
Ortada basit ama pis bir gerçek vardı; adamlar bunu kabul ettiler ve ben bu duruma çok şaşırıyorum artık; çünkü gerçeğin olduğu gibi çarpıtılmadan kabullenilmesi, "biz lazım gelen cezayı verdik; ayrıca ceza kurullarının verecekleri cezaya da razıyız" denilmesi, beni allak-bullak etti. Federasyon da gereğini yaptı ve cezaları en üst tarifeden kesti.
Diyeceksiniz ki; "Maçta sahte kimlikle oynatılan adam belli; maç görüntüleri, saha komiserine verilen belgeler vesaire suçu sabit hale getiriyor; kabul etmeyip de ne yapacaklardı?"
Çok basit; bu gibi durumlarda hangi kıvırtma yollarına başvurularak kamuoyunun zihni karışıklığa uğratılabileceğinin kitabı yazılıyor bugün Türkiye'de. Meselâ toprağa gömülmüş zırh delici tanksavar silahları bulunuyor, adam kalkıp, "Bir kere silah değil mühimmat, ikincisi dolu değil boş, üçüncüsü basit bir borudan ibaret, ne işe yarar ki" diye "kurum"unu savunabiliyor.
Savunur a; "Yel kayadan ne apara?" deyip geçemiyorsunuz çünkü ardından bir sürü başka adam, "evet, silah değil mühimmat, askerî alan değil park, belge değil kâğıt parçası" diye inkâr korosuna iştirak ediyor. "Onun adı Ergenekon-mergenekon değil bir kere beyler; kendi kafanızdan örgüt uydurmayın" diyorlar. A efendim, insaf buyrunuz, nedir bu çapaçullukların adı; bir isim lütfetseniz de öğrensek? Islağıyla-kurusuyla neredeyse bir Reo dolusu belge uçuşuyor ortalıkta. Toprağı bastonun ucuyla dürtükleseniz silah -pardon boru!- fışkırıyor. "Bombayı tenha bir zamanda patlatmayın arkadaşlar, şöyle iyice kalabalık biriksin öyle şeyapalım operasyonu" diyebilen ve hâlâ kendini vatanperver sayan adamlar var karşımızda...
Vesaire, vesaire... İşte tam da bu sebeplerle GS'nin, "Evet, böyle bir pisliğe bulaşmışız; özür dileriz" demesi başka bir öneme bürünüyor. Değil basketbol şubesi, futbolla birlikte bütün spor kulübü kapatılsa canım acımaz. Bir camia, vaktiyle UEFA kupasını kazandığı için değil, "eğriye eğri" demesini bildiği, becerebildiği için değer kazanır; işte bu, adam gibi kaybetmesini de bilmektir: Maçı, skoru, avantajı kaybederken onuru kurtarmak. Mağlubiyet onursuzluk değildir; gerçeği bile bile görmezden gelmek onursuzluktur.
İdama götürülen Temel'e son sözünü sormuşlar, "Haçan pu pağa bir ders olsun da!" demiş; birilerine ders olacağını doğrusu beklemiyorum.
İnsanlar ikiye ayrılıyor: Hakkı Hak bilip hakka ittiba edenler ve kıvırtanlar...