Bütün Zorluklara Rağmen Avrupa’nın Geleceğinden Ümitliyim
Dokuz senedir Avrupa’da yaşamam ve Türkiye’nin geleceğinden ümitli olduğumu ifade eden makalemden dolayı çok dostlar tarafında Avrupa’nın geleceğinden ümitli misiniz? Sorusu sorulmaya başlandı. Ben de bu soruya cevap olarak bu makaleyi kaleme alıyorum:
1. Avrupa’nın Müslümanlarla olan Münasebetlerini Dört Safhaya Ayırmak Gerekiyor
Birinci Safha: İslâmiyet’in ilk yayılış asırlarıdır ki, Hıristiyanlar bu asırları kendileri için bir yıkım asrı olarak kabul etmektedirler. İslâm’ın bu yükseliş hareketlerine karşı kendileri de Haçlı Seferlerini başlatarak öç almak istemişlerdir. Bu safhada Avrupalılar Müslümanları, tamamen kâfir ve Allah düşmanı olarak vasıflandırmışlardır. İslâmiyet hakkında sıfır bilgi sahibidirler. Kur’an’ın ilk tercümesi olan Latince ve Felemenkçe tercümelerde Allah’ın ayetleri tahrif edilmiştir. Bütün gayretlerine rağmen Müslümanları durduramamışlar ve hatta ilk defa İslâmiyet hakkında bu seferlerden sonra bilgi edinmişlerdir.
İkinci Safha: Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın göbeğine kadar geldiği dönemdir. Avrupalılar buna karşı bütün Müslümanlara Türk demeye başlamışlardır ve onları barbarlıkla suçlamışlardır. Hatta bu dönemde de Haçlı zihniyeti devam etmiştir. XVIII. Yüzyılın başına kadar bu hal devam etmiştir. Avrupalılar yine mağlup durumdadırlar.
Üçüncü Safha: Avrupalıların Müslümanlardan intikam aldıkları ve Müslümanlara karşı kin kustukları dönemdir. XVIII. Yüzyılın başından itibaren başlamış ve 1960’lı yıllara kadar devam eylemiştir. Bu dönem sömürgecilik şeklinde kendini göstermiştir. Kiliseler Birliğinin de 1984 yılında haklı olarak açıkladığı üzere, bu ihtilaf ve zulüm Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ilahiyat meselelerinden ziyade ekonomik ve siyasi rekabetten kaynaklanmıştır. Avrupa bütün İslâm âlemini ve özellikle de Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkan toprakları sömürmekle kalmamış, katliamlar ve zulümlerle öç almaya çalışmıştır. Bu dönemde Ortadoğu’ya musallat edilen İsrail Devleti, batılı ilim adamlarının ifadesiyle Avrupa’nın Müslümanlardan intikam devletidir (Lahey’de yapılan Filistin konulu bir tartışmada Hollandalı bir profesör çok açık bir şekilde açıklamıştır).
Bugünkü Müslüman ülkelerin önemli bir kısmı, özellikle de Kuzey Afrika, Orta Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Endenozya gibi nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler Avrupa’nın ekonomik ve siyasi kontrolü altına girmişlerdir. Avrupa Hıristiyanlığın üç akımı yani Roman Katolikler, Protestanlar ve az da olsa Ortodokslar bu bölgelere misyonerler göndermişlerdir. Bu bölgelerde kiliseler kurulmuş ve de henüz İslâm’ın ulaşamadığı ilkel din mensuplarından bazıları, Hindi ve Müslümanlar arasından bazı kimseler ve hatta özellikle Hindistan ve Ortadoğu’da eski kilise mensupları eğitilerek Kiliselere üye yapılmaya çalışılmıştır ve bu kiliselerin bir kısmı papazlar tarafından inşa olunmuştur.
Bu döneme rastlayan aydınlanma akımı, dünya çapında bir kültür araştırması perspektifi ortaya atması hasebiyle, büyük ölçüde Müslümanları beslemiş ve oryantal araştırmaları teşvik eylemiştir. Bu tür araştırmalar 16. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren birçok Avrupa üniversitelerinde başlamış bulunuyordu. Daha sonraki dönemlerde genel olarak adlandırıldığı üzere istişrak veya oryantalizm, akademik araştırma ufkunu geniş tutmasına rağmen, maalesef mevcut olan peşin hükümlerden ve Avrupa’nın enaniyetinden kendini kurtaramamıştır.
Dördüncü Safha: Yeni dönemdir. Kargaşa, belirsizlik ve tereddütlü de olsa geçmişin kendi kendini tenkit yoluyla değerlendirilmesi başlamıştır. Hem Müslümanlar ve hem de Hıristiyanlar yeni dönemin şartlarına kendilerini adapte etmek durumunda kalmışlardır. Eğer “geleceğin misyonu” olabilecek bir şey olacaksa, zor da olsa tarihten dersler alınmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. “Hıristiyan misyonerlerin 19. Yüzyıldan itibaren Müslümanları Hıristiyan yapmak için organize edilen misyonerlik hareketleri, benim gördüğüm kadarıyla artık koloniliğin geride kaldığı bu dönemde sona ermiştir. Bu sebeple radikal bir şekilde yeniden düşünebilmek ve yeni bir şekil verebilmek gerçekten ihtiyaç haline gelmiştir. Tabii ki, “zamanın işaretlerinin farkına varabilirsek” ve de İsa’ya itaatin yeni yollarında yürümeyi öğrenmek istiyorsak” (The Muslim World, 1960, sh. 250).
Artık Hz. Peygamber’in müjde verdiği dönem yani Avrupa’nın ve Hıristiyanlığın İslâmiyet’e iltihak edeceği devreye girmiş bulunuyoruz. Bu dönemde İslâmiyet imam olacak ve insanlığın mehdisi vazifesini hakkıyla yerine getirecektir. Hıristiyanlar da tabi durumuna geleceklerdir. Eğer bana dünyayı asırlardır idare eden Avrupa ve Amerika’nın siyaset dâhileri ne yapacak derseniz, Bediüzzaman’ın ifadesiyle ‘Gerçi hakikat noktasında ahir zamandaki gelecek büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlerini ispata, izhara, icraya çalışır’. (El Yazma Emirdağ Lahikası, sh.150).
Bu arada İslâm âlemi ile Avrupa arasında temel ihtilaf sebebi olan İsrail probleminin nasıl çözüleceğini Hz. Peygamber müjdeleriyle bize anlatmıştır. Merak edenler kaynaklardan öğrenebilirler. İsrail’in zulüm duvarları ve insan hakları ihlallerinin sonu gelmektedir. Bu engelin bertaraf edilmesi bizim değil Avrupa’nın problemi olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.