Erdoğan’la ABD yolunda...
Sizler bu satırları okumaktayken, kısmetse Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte ABD yolunda olacağız.
Oradan da Meksika’ya geçilecek ama “esas” önem taşıyan “temaslar” elbette ABD’de olacak.
•
ABD’nin açıkladığı Afganistan stratejisi doğrultusunda, Türkiye’den istenenlerle başlayalım;
Obama, New York West Point Askerî Akademisi'nde yaptığı konuşmada, “Başkomutan olarak, Afganistan'a 30 bin takviye Amerikan askerinin gönderilmesinin (ulusal çıkarlarımız açısından) hayati olduğuna karar verdim” demişti.
Bizim de aralarında bulunduğumuz müttefiklerinden beklenen ekstra kuvvetlerin katkısıyla, “ABD askerlerinin eve dönüş süreci”ni 2011’de başlatmayı planladıklarını açıklayan Obama, “Dostlarının gerekli fedakârlığı ortaya koyacağından emin olduğunu” da sözlerine eklemişti.
Afganistan'daki NATO ve Amerikan kuvvetlerinin komutanı General Stanley McChrystal’in hazırladığı Afganistan Stratejisi, bizi yakından ilgilendiriyor.
Bu ilgi, ABD Ankara Büyükelçisi Jeffrey’in Türkiye’den “savaşacak askerler istendiğini” açıklamasıyla daha belirgin hale geldi.
Büyükelçi’nin “Zaten Afganistan'daki her asker muharip güçtür; çünkü hepsi silah taşımak zorundadır ve olası bir Taliban saldırısına açıktır” sözleri de endişeleri artırdı.
Türkiye, asker sayısını Kabil bölge komutanlığını üstlenmesinden bu yana zaten artırmıştı.
ABD bundan çok daha fazlasını istiyor.
Hükümet, bu talebe ciddi biçimde direniyor.
•
Son olarak medyaya yansıyan görüntüler de ortaya koydu ki; Afgan Müslümanlar, bizim tankların, ciplerin etrafında gayet rahat bir şekilde dolaşıyorlar.
Askerlerle bölge halkı arasındaki ilişkilerin ne kadar sıcak olduğunu, Afgan Müslümanlarla bizimkiler arasındaki “ikram” alışverişinden de anlıyoruz.
Türkiye, bu pozisyonuyla Afgan halkı için bir güvence.
Mehmetçik’in sıcak çatışmaya “bulaşması” halinde bu özelliğini büyük ölçüde kaybedebilir.
•
Türkiye “uluslararası toplumun bir parçası” olmaktan kaynaklanan mükellefiyetlerini fazlasıyla yerine getiriyor.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Afganistan’daki askerlerimize ilave olarak, 958 kişilik bir birliğin daha gönderildiğini” açıklamak ve “Afganistan’da Türk askeri savaşmasının söz konusu olamayacağını” belirtmek suretiyle, bu konudaki tavrımızı gözler önüne sermişti.
•
Başbakan Erdoğan’ın, ABD’deki görüşmelerinden “sıcak çatışmaya” sürükleneceğimize dair bir “şüphe”nin bile doğmayacağını düşünüyorum.
Öte yandan; Türkiye’nin ABD’den çok önemli beklentileri var.
ABD Maliye Bakanlığı, bazı PKK elebaşlarını “uyuşturucu baronları” listesine almıştı.
Bunların Türkiye’ye iadesi talep edilecek.
ABD’nin Irak’tan çekilme takviminin bizi direkt ilgilendiren boyutları da; Erdoğan-Obama görüşmesinde masaya yatırılacak.
Türkiye’nin “Kuzey Irak’taki örgüt üyelerinin teslimine” dair talebinin karşısında da, ABD’nin Afganistan’a dair beklentileri var.
Görüşmeden her iki tarafı da tatmin edecek bir sonucun çıkması elbette beklenmiyor.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gelen ABD Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar'ın Enerji Bakanı Taner Yıldız’la görüşmesinde, Irak’taki petrol arama çalışmalarına Türkiye’nin katkısı, nükleer santral projemiz ve Hazar politikası ele alınmıştı...
Türkiye, TPAO’nun 4’üne tek başına, 6’sına konsorsiyum olarak dahil olmayı planladığı Irak Petrol pazarından mümkün olduğunca geniş pay kapmanın yolunu açmak için bastıracak bu gezide.
•
Türkiye, İran’a yönelik yaptırımlar konusunda da “ABD’nin istediği noktada” değil.
Kıbrıs meselesine ilişkin, “KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı Nisan 2010’dan önce çözümün görünmesi şart. ABD, bu konudaki desteğini artırsın” yönündeki talebimizin de net bir karşılık bulması zor görünüyor.
•
Buraya kadar yazdıklarımız, temas noktalarının birkaçına işaret ediyor.
ABD ve Meksika programımız boyunca kaydedilen gelişmeleri kısmetse yansıtacağız.
Bu ziyaretten beklentiyi “genel” olarak dile getirecek olursak...
Gül-Erdoğan-Davutoğlu üçlüsünün önderliğinde tatbik edilen, pazarlık güç ve imkânlarımızı artırmaya matuf “stratejik derinlik” politikasının ne ölçüde “işe yaradığını” görmemize imkân sağlayabilecek bir ziyaret.
Hükümetin bazı önde gelenleri, Türkiye’nin, ABD’ye en az bağımlı olduğu dönem olarak bu dönemi işaret ediyorlardı.
Bu iddiayı doğrulayabilecek bir ziyaret için gidiyoruz.