Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Katsayı zulmü yahut Danıştay adaleti

Katsayı zulmü yahut Danıştay adaleti

Devlet, adaleti gerçekleştirmek için vardır; adaleti gerçekleştirdiği ölçüde de ayakta durur. Adalet, hakkı hak sahibine vermektir. Bunun için dava açmak ve mücadele etmek şart değildir.
Adalet, evrensel bir kavramdır, evrensel olduğu kadar da dinsel bir kavramdır. Adalet, hakkı hak sahiplerine tereddütsüz vermeyi gerektirir, hakkı hak sahiplerinden almayı değil...
Adalet, evrensel olduğu için, onun dini, milliyeti, coğrafyası, zamanı, ideolojisi olmaz. Her yerde her zaman herkes için zaruri bir olgudur adalet... Göreceli adalet, belli bir zihniyetin yansımasıdır. Söz olarak adalet adını taşısa da böyle bir olgu gerçekte adaletin yanından bile geçemez.
Hak sahibi, adliye mensubu kişilerin, dininden, ideolojisinden, coğrafyasından yahut mensup olduğu milletten olmasa da hakkı bu kişiye vermek gerekir. Adalet hakkın hak sahibini bulmasıdır, ona ulaştırılmasıdır.
Bir millete, bir kuruma, bir dine, bir ideolojiye, bir coğrafyaya ait adaletten söz edilemez. Örneğin; Türk adaleti, Anadolu adaleti, Danıştay adaleti, Anayasa Mahkemesi adaleti, Hükümet adaleti olamaz. Olursa buna adalet denmez. Adalet, evrensel bir olgudur, herkesi tatmin eder ve etmelidir. Adalete kimse itiraz etmez, edemez.
Danıştay’ın yaptığı eğer adalet olsaydı, bu yazı gibi onlarca yazıyı kimse yazma ihtiyacını duymazdı. Danıştay başkanı, tepkilere karşı tepki gösteriyor, fakat kendi kararlarını sorgulama ihtiyacını hissetmiyor. Bunun anlamı şudur: Hem milyonla gencin hakkını elinden alacak kararı vereceksin, hem de buna kimse ses çıkarmayacak. Demokrasilerde yanlışı yapanlar eleştirilir. Danıştay üyeleri masum değillerdir.
Bir karar, eğer bir milletin yarısından fazlasının huzursuz olmasını, yazarların karşı çıkmasını ve milyonların mağdur olmasını gerektiriyorsa buna adalet denmez. Her karar adalet demek değildir. Adalet, imansızları imana getirir, hak sahiplerini hakkına kavuşturur. Adalet, değil insanlara hayvanlara bile mutluluk getirir.
Türkiye’de 28 Şubat meşum hareketinden bu yana, Türk gençlerine feci zulüm olarak adlandırabileceğimiz katsayı kavramı ile karşı karşıya kaldık. Zulüm literatürüne maalesef yeni bir kavram daha eklenmiş oldu. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir zulüm, böyle bir tutarsızlık ve mantıksızlık görülmemiştir.
Katsayı zulmünün açık ifadesi şudur: Sen yanlış yoldasın, benim düşündüğüm gibi düşünmek, benim inandığım gibi inanmak yahut inanmamak, benim siyaset ve devlet anlayışıma göre kendini yetiştirmek zorundasın; benim uygun gördüğüm okullarda eğitim görmek zorundasın.
Bilgili olman, çalışıp başarılı olman önemli değil, önemli olan benim gibi olman, kafamın içindeki dünyaya göre kendini şekillendirmen, benim gibi düşünmendir. Yani benim fotokopim olman gerekir. Benim gibi olmayacaksan hiçbir şey olmamalısın, haklarını da kullanamazsın. O zaman sana tüm yolları kapatırım, istediğin yerde okuyamazsın, istediğin mesleğe giremezsin.
Katsayı zulmü, zulümden öte bir harekettir. Çünkü zulüm, cahil, okumamış kimselerin yaptığı iştir. Bu zulüm ise, baba olması gereken devletin genç evlatlarının elini kolunu tutup yarışta öne çıkmaması için ellerine vurduğu bir zincir, önüne diktiği kocaman bir duvardır.
Katsayı zulmü, bir babanın, evlatlarından bir kısmını sevmesi, bir kısmını sevmemesi, onlara karşı kin ve intikam duygusunun harekete geçmesidir. Baba evlatlarından bir kısmının ellerini ayaklarını bağlıyor, diğerlerine koşun diyorsa, bu baba ya üvey babadır yahut akıl hastasıdır yahut gaddar ve zalim bir kişidir; kendi öz evlatları arasında çok tehlikeli bir ayırımcılık yapmaktadır.
Peki, böyle bir ayırımcılığın gerçekleştirildiği bir ailede huzurdan, düzenden, sevgiden, mutluluktan söz edilebilir mi? Elbette söz edilemez. Peki, bir baba bunu niçin yapar? Bunun tek sebebi vardır, o da aileyi huzursuz etmek... Bunun için yapar yahut akılsızlığını ortaya koymak ve şuursuzluk göstermek için yapar.
Baba kendi ailesini hiç huzursuz etmek ister mi? Elbette istemez. O halde, neden bu son derece huzursuz edici işi gerçekleştirir? Kendi iradesi ile hareket edemediği için, beyni tatil edildiği için, başkaları tarafından güdüldüğü için, ailesini sevmediği için, başkalarını memnun etmek için yapar bunu... Zira başarılı olmak için evlatların önünü kesmemek ve kapıları ardına kadar açmak gerekir.
Atatürk “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bilgiye verdiği değeri ortaya koymuştur. Ya Atatürkçülük yapanlar ne yapıyorlar? Bilgiyi cezalandırıyorlar, bilginin zararlı olduğunu, bilen ve başaranların önünün kesilmesini emrediyorlar ve gereğini yerine getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yani Atatürk’ün yaptığının tam tersini yapıyorlar.
Danıştay’ın durdurduğu katsayının kaldırılması olayı işte budur. Danıştay mürşit olan ilimden yana değil, ideolojiden, Mustafa Kemal’in hayat felsefesine aykırı olan Atatürkçülük iddiasından yana adaleti ihlal eden bir karar vermiştir.
Oysa hukukun en üst merciinin yapacağı iş, gençlerin önüne okuma engeli koymak değil, belki önüne çıkan tüm engelleri kaldırmak olmalıydı. Atatürk’ün yolundan yürümek olmalıydı. Adalet kurumuna yakışan budur. Bunu yapmadı, yapamadı. Elbette bu hak alınacak, okuma iradesinin önüne konulan tüm engeller kaldırılacaktır. Zira zulüm kalmaz, hak Allah’ın sıfatıdır, kalıcıdır, hak yerini mutlaka bulacaktır. Fakat Danıştay’ın bu kararı tarihteki hükmünü alacaktır.
Danıştay, halkı ve Hakkı üzecek bu gibi kanunsuz kararlar alacağı yerde, toplumu derinden yaralayan akıl almaz cinayetler, terör, haksız kazançlar ve trafik kazalarının önüne engeller koymakla meşgul olsa, asli görevini daha iyi yapmış olur. Millet bunu bekliyor, evlatlarının tahsil imkânlarının kapanmasından değil...
Danıştay kararı, hukuk kitaplarında ve evrensel hukukta yer alan, milletin kahir çoğunluğunun, gençlerin ve ailelerinin beklediği adaleti değil, belki Danıştay üyelerinin kafasında yatan adalet anlayışını yansıtıyor. Hukuku yansıtmıyor. Çünkü kararlarda bir çelişki vardır, bu çelişki güvenimizi sarsmıştır. 2004 yılında Danıştay bir karar vermiştir, şimdi de bunun tersi bir karar vermiştir. Bunların hangisi doğrudur?
Mağdur olan gençlerin âhı yerde kalmayacak, hak yerini bulacaktır. Yüce Rabbim gören ve işitendir. Bu gençlerin dileklerini kabul etsin, başaranların yolunu ebediyen açsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi