Bu başarı MHP ve CHP'nin
Ergenekon başaramamıştı ama CHP ve MHP başardı, tebrik ediyorum. Elinde silah, döner bıçağı ve keserle birilerini boğazlamaya hazır üç beş caninin sokağa dökülmesini sağladılar, kabarttıkları korku ve nefretle. İstanbul'da ve Mersin'de çekilen silahlı, bıçaklı, baltalı fotoğraflar bunların anladığı 'milliyetçiliğin resmidir'.
Onurla taşısınlar ellerinde, eğer hâlâ 'biz bu memlekete ne yapıyoruz?' sorusunu sormuyorlarsa.
Böyle bir vatanseverlik, böyle bir milliyetçilik görülmüş müdür? Türkiye'nin anamuhalefet liderlerinin dilinden 'ihanet' sözcüğü düşmezse, siyaseti 'hain avcılığı'na dönüştürürlerse taban da bunu yapar işte; silah kuşanıp sokağa fırlar. Daha durun, muhalefet tahriklerine devam ettikçe sokaktakilerin ellerindeki silahlar da 'geliştirilecektir'; tabancanın yerini Kalaşnikof taramalılar, döner bıçağının yerini LAW'lar, keserin yerini C-3 patlayıcılar alacaktır. Bir kısmı Zir Vadisi'nde ve Poyrazköy'de ortaya çıkan gömülü cephanelerin geri kalanları da yavaş yavaş sokağa dökülecektir.
Sokağa taşınan şiddet aslında sandıkta kaybedilen bir iktidar mücadelesinin rövanşıdır; kavgaya tutuşturulan halkın elinden iktidarın geri alınmasının ön hazırlığıdır.
Türkiye demokratikleştikçe, iktidar halka geçtikçe halkı yeniden kuşatmanın yolu olarak eski bir tema öne sürülüyor; vatan elden gidiyor. Vatan her 'tehlikede' olduğunda 'vatanın sahipleri' ortaya çıkıyor ve ellerinden kaçırdıkları iktidarlarını vatanın kurtarıcıları sıfatıyla yeniden ele geçiriyorlar.
Demokrasi karşıtları bu işi hakikaten biliyorlar; 'öcü'ler yaratarak yönetmenin sırrına vâkıflar. Bu öcü, bazen komünizm oluyor, bazen şeriat, bazen Yunanistan bazen de İran... Bizatihi varlığını tehdit altında görenler yaşam kalitesini, demokrasiyi, hukuku unutuyor; her şeyin başını güvenlik alıyor. Halkı 'güvenliksiz' hissettirenler, korkularını derinleştirenler ve depreştirenler de halkın 'sahibi' oluyor.
Onların işi 'korkutmak'. Yaklaşık on yıldır sistematik bir şekilde yapıyorlar bunu. Kara propaganda belli ölçekte bir 'ulusalcı', şiddet eğilimli birikim yarattı. Ama tam bir başarı sağlamadı bütün operasyonlar. Ergenekon soruşturması da ekibi dağıttı. Ama 'demokratik açılım' yeni bir imkân verdi; artık korkularla kışkırtılan bütün kesimler 'bölünüyoruz' endişesiyle tek bir cephede toplanabilecekti. CHP ve MHP bu koroya katılınca sivil kesimlerle korkutarak iktidar devşirenler sokakta buluştu.
Aslında bütün olup bitenler iptidai bir iktidar oyunu; AK Parti'yi seçimlerde yenemeyenler, laiklik üzerinden kapattıramayanlar, ekonomik krize gömemeyenler bugün Kürt meselesini ve sokağı kullanıyorlar. Demokrasi de umurlarında değil, Türkiye'nin barış ve huzuru da. Yeter ki AK Parti'yi bitirebilsinler. 'Büyük koalisyon'un 'iki yaralı aslan'ı bunu son şans olarak görüyorlar, güçlerini birleştiriyorlar, daha da kenetlenecekler...
Bu arada DTP'nin de başarılı bir sınav verdiği söylenemez. MHP ile 'dağa çıkmak' ortak paydasında buluşan, 'açılım' fırsatını Apo için feda eden bir DTP de bu 'büyük koalisyon'un bir parçasıdır. Kim bilir, CHP ve MHP ile sorunlarını daha rahat çözebilirler.
Ancak her durumda DTP'nin kapatılma kararı savunulamaz. Anayasa ve yasalar ortadayken AYM'nin kapatmaktan başka çaresi yoktu tezi için hiç kullanmadığım bir sözü kullanacağım: çifte standart. AYM'nin RP ve FP'yi kapatması, cumhurbaşkanlığı seçimleri için icat ettiği 367 şartı, 'laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu' yaftası, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilmesini yetkisini aşarak iptali ne kadar Anayasa'ya ve yasalara uygunsa DTP'nin kapatılması da ancak o kadar yasal ve hukukîdir. AYM mevcut yapısı ile sonuna kadar 'siyasî' ve meşruiyeti tartışmalı bir kurumdur. AYM'nin daha önceki kararlarına itiraz edenler DTP'nin kapatılması kararını alkışlıyorlarsa daha yeterince 'sopa yememişler' demektir, ki yenisini tatmaları da yakındır.