Türkiye, artık PKK gerçeği ile yüzleşmelidir!
Hemen hepimiz her zaman aynı şeyleri söyler ama, bir türlü yapmayız... Meselâ “hasta” oluruz, “doktora gitmek lâzım” der; ama bir türlü gitmeyiz... Ya da, “otomobil”imiz var ve “teklemeye” başlamıştır ama “tamirci”ye götürmeyiz... Niye yaparız bunu?.. Çünkü, biliriz ki “doktor”a gidersek, meselâ “baş dönmesi”nin veya “küçük bir sivilce”nin altından “daha ciddi rahatsızlıklar” çıkacaktır... Bizim, “bir süre sonra geçer” zannettiğimiz olay, aslında “beyin”le “kanser”le veya “yüksek tansiyon”la ilgilidir... Otomobilimizdeki “tekleme” için de tamirciye gitmeyiz; çünkü “ciddi arızalar” çıkmasından ve dolayısıyla önümüze “kabarık faturalar” konulmasından endişe ederiz...
Kısacası; “doktor”la veya “tamirci” ile “yüzleşmek”ten korkarız... Çünkü böyle bir “yüzleşme”nin sonunda “moralimiz” bozulur... Bozuk moralle yaşamaktansa, “baş ağrısı”na veya “tekleme”ye razı oluruz... Ama, bu kesinlikle “çare” değildir!..
Çünkü; “başağrısı”nın sebebi “beyin”de veya “kalp”te ise; bu işin sonunda “felç olmak” veya “kalp krizi”nden gitmek de vardır...
“Otomobil” olayında da öyle...
“Tekleme”yi ciddiye almazsak, bir gün “yolda kalmak” veya Allah korusun, “elektrik kontağı”ndan çıkan yangında “cayır cayır yanmak” da vardır!..
O halde “çözüm” ne?..
Çözüm “yüzleşmek”te!..
“Doktor”la veya “tamirci” ile!..
Aksi halde “beklenen son”dan kurtulamayız...
GÖSTERİLERİN SEBEBİ APO MU?
Bu örneklerden yola çıkarak, “Türkiye”ye gelmek istiyorum... Türkiye de, bugün bir “beden” gibi “hasta”dır, otomobil gibi “teklemekte”dir!..
Bu bedende bir “sorun” vardır!..
Bu sorunla “yüzleşmek” zorundayız!..
Eğer, Anayasa Mahkemesi’nin “DTP’yi kapatma” kararından önce başlayan “sokak gösterileri”nin Apo’nun İmralı’daki “hücre”sinin bir “karo taşı” büyüklüğündeki “küçültülme”den kaynaklandığını!..
Tokat Reşadiye’de 7 askerimizin şehit olduğu saldırının PKK tarafından düzenlendiğini!..
“DTP’yi kapatma” dâvâsının sadece “hukuk”la ilgili olduğunu düşünürsek, fena halde yanılırız!..
Bu tavır, “basit bir başağrısı”nın, “beyin”den veya “kalp”ten kaynaklandığını düşünmeden “aspirin” veya “gripin” almaya benzer ki; bir gün gelir; “adam, başağrısından gitti” şaşkınlığı yaşamak zorunda kalırız!..
Çünkü, o “başağrısı”nın bir “öncesi” yani “geçmişi” vardır!.. Bunu bilebilmek için de, “doktorla yüzleşmek” zorundayız!..
“Türkiye” de öyle!..
Türkiye de “geçmişiyle yüzleşmek” zorunda...
Son günlerdeki olaylara özel olarak söyleyecek olursak, “PKK ile yüzleşmek” zorundayız!..
ÖCALAN ARAŞTIRMA KOMİSYONU KURULMALI
Tıpkı, Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu’nun dediği gibi;
¥ "Kürt sorununu çözmek için bir kere PKK ve PKK gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.
Bu terör örgütü nasıl doğmuştur, kimler kurmuştur, kimler kullanmaktadır?
‘Öcalan Soruşturma Komisyonu’ kurulsun.
Hazırlık veya araştırma komisyonu değil... Soruşturma komisyonu!.. Sorgu, yargı yetkisindedir.
Buna daha fazla da yetki verelim.
Türkiye olarak bir neşter vuralım.
Türkiye'deki bu terör olgusunun Kürt sorununun çözümüne çok ciddi faydaları olacaktır.
Bir daha, bir daha eskiye dönmeyeceğiz.
Devletin içerisinde birçok insan bundan rahatsız durumda. Ergenekon soruşturmalarının şu hale gelmesinde, bu kadar büyümesinde örgütün içeride çözülmesi etkili olmuştur.
Örgütün içerisinde ihtilaflar var.
PKK ve Hizbullah konuları gündeme geldiğinde kamuoyu görecektir, savcılarımızda çok ciddi belge ve bilgiler bulunmaktadır.”
¥ “Açılım politikalarına yardımcı olmak, aynı zamanda da bu örgütü yönetenleri ortaya çıkarmak amacıyla ‘Öcalan Soruşturma Komisyonu’nu kesinlikle kurmalıyız. Ben buna artık çok ciddi anlamda inanıyorum. Bunu kurduğumuz zaman PKK’yı kimlerin kullandığı çok açık bir şekilde ortaya çıkacak.
Türkiye'de insanları kutuplaştıran kim var, iç güç mü, dış güç mü; bunların hepsi tek tek çıkacak.
Komisyon kurulduğu zaman ellerinde bilgi ve belge olanlar, kendilerine sıkıntı gelmeyeceğini anladıkları zaman devlet içerisinde çalışmış bu ilişkileri bilen birçok kişinin, bu komisyonlara gelerek bu olayı aydınlatacağına inanıyorum.
Bazılarını da biliyorum.
PKK'nın inisiyatif eylemleri, hep kritik zamanlarda oluyor. Bu olayın arka perdesini Dağlıca ve Aktütün gibi bırakmamak lazım. Bu olayların üzerine gidip PKK terör örgütünü provokasyon amaçlı kullanan iç ve dış mihrakları bulmamız gerekmektedir.
Yoksa Türkiye'de ihanet edebiyatı alır gider.”
Bülent Orakoğlu’nun teklifine yürekten katılıyorum... Çünkü o bir “uzman”dır!..
Amiyane tabiriyle “Bir Bilen”dir!..
Gerçekten de;
“Türkiye, PKK gerçeği ile yüzleşmeli”dir!..
OYUN, ÇOK YÖNLÜ OYNANIYOR!
Eğer bu yüzleşme olmazsa; “dünkü manzaralar” daha da çoğalır, eylemler daha da “kontrol edilemez” noktalara ulaşır!..
“Dün” ne oldu Türkiye’de?..
Muş’un Bulanık ilçesinde bir esnaf, “kepenk kapatmadığı” gerekçesiyle “PKK yandaşları”nın saldırısına uğramış!..
O da ne yapmış?..
Elbette “ekmek teknesi”ne sahip çıkmak için “saldırgan”lara ateş açmış ve “2 kişiyi öldürüp, 7 kişiyi yaralamış!”
Mardin ve İstanbul’da, “bomba”lar ve “C-4’ler” taşıyan “2 canlı bomba” yakalanmış!..
Tabiî, “sokak gösterileri”ne devam!..
Bu tür olayların yaygınlaştığını ve giderek tırmandığını düşünsenize!..
Türkiye, “yaşanmaz bir ülke” olur!..
Öyle ya;
Eline “silah” alan, “balta” alan, “satır” alan, “sopa” alan herkes sokağa çıkar ve “terörist engellemeye” kalkarsa, nereye varır bu işin sonu?..
Al sana “iç savaş!”
Al sana “bölünme!”
Lâfı, eğip-bükmeden söyleyelim;
Birileri, Türkiye’yi “çatışma ortamı”na sürüklemeye çalışmaktadır!.. Bunu yapanlar; “AK Parti Hükümeti’ni devirmeyi” ve “rant çarkları”nın devam emesini planlıyor olabilir... Ama şunu da bilmek zorundayız: “Provokatörler”in elindeki bu “piyon”lar kullanılmaya devam ederse, ortada ne AK Parti kalır, ne de Türkiye!..
Çünkü “oyun büyük”tür!..
TÜRKİYE, BU SORULARI SORMALIDIR!
Oyun, sadece DTP veya PKK ile sınırlı değildir!.. Oyun, “çok yönlü”dür!.. Zira, “PKK’yı kullananlar” sadece “Ergenekon”cular değildir!..
Öyle diyor Bülent Orakoğlu;
“Ergenekon başta olmak üzere, dünyada PKK’yı kullanan 10’a yakın gizli servis vardır!”
İşte bunu ortaya çıkarmak için, “PKK ile yüzleşmek” zorundayız... İlgililer ve yetkililer bir an önce şu soruları sormaya başlamalıdır:
¥ “PKK’nın arşivi nerede?
¥ “Öcalan niye teslim edildi?”
¥ “DTP’yi kapatma dâvâsında, çobanlara bile siyasi yasak getirilirken; Emine Ayna gibi, terör örgütüyle organik bağı olanlara niye dokunulmadı?”
¥ “DTP içerisinde Ergenekon Terör Örgütü ve PKK terör örgütü ile doğrudan ilişkisi olanlar ve onların stratejisini uygulayan kimlerdir?”
¥ “PKK ile Ergenekon’un bağı nedir?.. PKK’nın başı Abdullah Öcalan, Ergenekon’un neresindedir?”
¥ “Öcalan, 1999’da yakalandığında; ‘örgütün arşivi Suriye’de.. İstenirse getirebilirim’ demişti...
O arşiv nerede?.. Bizde mi, başka ülkelerde mi?..
Bizde ise, niye açıklanmıyor?..
Başka ülkelerde ise, niye getirilmiyor?..”
Bu “arşiv” gelmedikçe veya muhtevası açıklanmadıkça “PKK’yı kullananlar”ın kimler olduğunu bilemez ve dolayısıyla, “provokasyon”ların önüne geçemeyiz!..
BİR DE PKK’DAN GEÇİNENLER VAR!
Dahası da olur!..
Bugün, nasıl “Atatürkçü geçinenler” veya “Atatürk’ten geçinenler” varsa, bir süre sonra karşımıza “PKK’dan geçinenler” de çıkmaya başlar!..
Ki, dün İzmir’de bunun bir örneğini gördük...
Dün İzmir’de 17 yaşında F.E. adlı bir genç, “bir eve iki defa molotofkokteyli atarak yangın çıkarmak”tan yakalanmış ve tutuklanmış!..
Olayı görüp duyanlar, ilk etapta bunu “PKK’nın işi” sanmışlar!..
Ama gerçek neymiş biliyor musunuz;
17 yaşındaki gencin “sevdiği bir kız” varmış!.. “Mahalle”den ayrılıp, “başka bir eve” taşınacaklarmış!.. Genç de, bu “taşınmayı engellemek” için, “ailenin taşınacağı eve” 2 defa molotofkokteyli atıp, yangın çıkarmış!..
Bereket ki, yakalanmış!..
Çünkü bu “yakma” işini PKK’nın yaptığını sanan mahalle halkı, “misilleme” olarak pekâla bir Kürt’ün evini yakabilirdi!..
“PKK’dan geçinme” olayının tek örneği bu değil...
Bir de, “Beyoğlu’ndaki olay” var!..
Beyoğlu’ndaki olay malûm... Güya “DTP’lilere tepki” göstermek için, 3 kişi, “ellerinde silah”la yansımıştı televizyon ekranlarına!..
Görünüşe bakınca, hemen herkes, bunu “vatandaşın tepkisi” olarak görmüştü...
Ama, “eli silahlı” kişi, gözaltına alınmazdan önce ne demiş biliyor musunuz;
“Bana verdikleri 500 lirayı sen de ver, istediğin adamı rehin alayım, istediğin adamı vurayım!.. Sen paradan haber ver!.. Ben ekmeğime bakarım!.. Gerginlik varmış-yokmuş bana ne?!?.. Para verdiler, dediler ki, sık!.. Ben de gittim kurusıkı sıktım!”
Bu vatandaşa “para” veren kimdir?.. Hangi “karanlık el”dir ki; sonunu düşünmez!.. Yoksa, o provokatör, “reyting” yapmaya çalışan bir “medyatör” mü?!?..
Öyle diyor ya Bülent Orakoğlu;
“Ergenekon, hep TSK’yı kendi arkasında göstermeye çalışıyor... Bazı medya unsurlarıyla da bunu tekrar harekete geçirmeye çalışıyor!”
Demek oluyor ki;
Türkiye eğer “PKK ile yüzleşme”ye başlarsa, Ergenekon’u da, “PKK’yı kullanan dış mahfilleri” de, “PKK’ya yardım ve yataklık yapan medya”yı da açığa çıkaracaktır!..
Türkiye bir an önce harekete geçmeli ve “demokrasi”sine, “istikrar”ına ve “iç barış”ına kimlerin göz diktiğini ortaya çıkarmalıdır!..
Aksi halde, “yarın” çok geç olabilir!..
Unutmayalım ki; önemsenmeyen bir “başağrısı”nın sonunda ya “felç” gelir, ya “kalp krizi!”
“Doktorla yüzleşmek” zorunda olduğumuz gibi, artık “PKK ile de yüzleşmek” zorundayız!..
Eğer “sağlıklı yaşamak” istiyorsak!..
Yargının problemi nerede?
Artık, ciddi ciddi merak etmeye başladım... “Yargıdaki çifte standart” bugünün işi midir, yoksa “gen”lerinde mi böyle bir rahatsızlık vardır?.. Öyle bir “çifte standart” ki; neredeyse “esen rüzgâra göre” karar değiştiriyorlar!..
Malûm, son günlerde DTP’nin “uçtaki” isimlerine değil de, niye “ılımlı”larına siyasi yasak getirildiğini tartışıyoruz.
Birkaç gün önce de “Danıştay’ın kararı”nı tartışıyorduk... Öyle ya; Danıştay da, daha önce “Katsayı belirleme yetkisi YÖK’ün” demiş ama son kararında bundan caymıştı!..
Şimdi de Vural Savaş çıktı karşımıza!..
“Unutanlar” için söyleyelim, Vural Savaş, Yargıtay eski Başsavcısı’dır!..
“Halı”yı “başörtüsü” olarak görmekle tarihe geçmiştir!..
İşte bu zat, daha önce “yasadışı telefon görüşmeleri”ni bile “delil” sayarken, şimdi “mahkeme kararıyla dinlenen görüşmeler” için “olmaz” diyormuş, “dinlemeler yasadışı!!!”
Yani, yeni bir “dün, dündür” vak’ası!..
Hele söyleyin, problem “yen”lerde mi, “gen”lerde mi?