Müslümanca yaşamak ertelenemez
Müslüman’ın Müslümanca yaşamayı ertelememesi, Allah’ın davasından başka dava esas edinmemiş olduğunun alâmetidir. Müslümanca yaşamak kavmiyet esasına dayalı bütün hareketlerden hicret etmek demektir. İslâm tarihi, kavmiyet esasına dayalı dini akımların, dine ve dindara ne tür felaketler getirdiğinin örnekleriyle doludur. Kavmiyet esasına dayalı hayat, Müslümanca hayat değildir. Asrımızda kavmiyet esasına dayalı “her ulusa bir devlet” projesine endeksli mücadeleyi modern cahiliye dayatmaktadır. Modern cahiliyyenin despotik taguti uygulamaları karşısında Sünnetullah gereği bireysel ve toplumsal direnişi pozitif olarak hikmetli bir şekilde zaman içinde sağlarsak, duruşumuzu konumumuza göre sağlıklı tespit edersek, ilk önce Allah’a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş sayılacağız.
Modernitenin sosyal değerleri karşısında İslâm dininin yeniden yorumu ve yabancı bir medeniyetin, hayatın bütün yönlerini etkisi altına aldığı bir çağda, Müslümanca yaşamanın fiilen mümkün olduğunu ispatlamaya çalışmak, cihad cümlesindendir. Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine tâbi olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat, ikisine birlikte “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” denilmiştir. Ehl-i sünnet, ehl-i cemaat olmaktan nefret edenlerden Müslümanca hayat beklenemez. Rasûlüllah (sav)’in sünnetinden yana olmayan, onun sünnetini hayatın nizamnamesi haline getirmeyen, Hablullah etrafında cemaat olmayan ve Müslümanlarla birlikte yaşamaya çalışmalardan Müslümanca bir hayat beklenemez. Şunu bilelim ki; İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah’ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Bunun için Allah Teâlâ, Kur’an ile birlikte Peygambere tabi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir.
Kur’an; farzı, vacibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah’ın hükmü ile Resulünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.” (en-Nur, 24/51)
Hz. Peygamber (s.a.v), “Size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin” buyurmuştur. (Müslim, 412, İbni Mâce, Mukaddime, 1)
Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur’an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek, tarih boyunca bütün bid’at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (sav) bu durumun ileride ortaya çıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır: “Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size “Kur’an yeterlidir; Kur’an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin” diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur’an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir.” (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131)
Hz. Peygamber (sav) sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurur. Ashaba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetir. “İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidayete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid’at; her bid’at sapıklıktır.” (Ebû Dâvûd, Sünne, 5) Bu hadisin manası; çok şiddetli ihtilafları, fitneleri görseniz, çok şiddetli ihtilaflar ve fitneler sizi istilâ etmiş olsa dahi Müslümanca yaşamaktan vazgeçemezsiniz. Müslüman, Müslümanca yaşamayı erteleme hakkına sahip değildir. Gayrı İslâmî kültürel unsurların ve pratiklerin egemen olduğu bir ortamda yaşayan bir mü’minin, İslamca yaşama endişesini sadece kavramsal grafiklerle kotarmak yeterli değildir. Mü’min, çoğu zaman, bir hareketinin dine uygun olup olmadığını öğrenmek ister. Başka bir deyişle bir fıkıh otoritesinden fetva ister. Hayatını şer’i şerif ile mukayyed hale getirmek ister. Hayatlarını şer’i şerif ile mukayyed hale getirecek irade ve otoriteden mahrum olanlardan Müslümanca bir hayat beklenemez. İslâm bir dindir, insanların inandığı, bağlandığı dinlerin hak olanı da batıl olanı da vardır. Ancak İslâm en son ilâhî/hak din olduğuna göre ona inanmayanların, onun mecbûr kıldığı ibâdetleri yapmayanların, ahlâkı ve talimâtı yaşamayanların -muhalif oldukları, aykırı davrandıkları noktalarda ve alanlarda- doğru yolda oldukları, “hakkı, iyiyi, güzeli, barışı, esenliği, kemâli...” temsil ettikleri söylenemez.
Şereflerini birilerine satmak üzere ‘iman sahibi’ olmayı gözeten insanlar, Müslümanca bir hayat yaşayamazlar. Müslümanca bir hayat yaşayanlar, kendi imanlarının imtihanını başkasına vekâleten vermeden vermeye çalışanlardır. Müslüman’dan Müslümanca yaşamanın ertelenmesi istenemez ve beklenemez. Erkek olsun kadın olsun her Müslüman kendi dininin emrettiği şekilde inanma ve yaşama, konuşma, düşünme ve eğitim yapma hakkına sahiptir. Bu hakkın gasp edilmesi insanlık suçudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.