İlmin izzeti: Emir Sultan
ülkenin bölünmez bütünlüğünün korunması, insanın hayat hakkı başta olmak üzere, herkesin tüm hak ve hürriyetlerden yararlanması, ülke kalkınmasının artık sağlanması gibi dertleri olanların yüreği sık sık cendereye girer…
Yandığınızı, tükendiğinizi hissedersiniz. İşte o an, canınızı Bursa’ya atma anıdır. çünkü Bursa Osmanlı’yı imparatorluk burcuna tırmandıran merdivenin ilk basamağıdır. Diyebilirim ki yükselişin kökleri orada yaşar. Aynı zamanda Bursa, ecdadın diri duruşundan izler taşıyan bir şehirdir.
Her çınarında sonsuz bir şarkı, her mabedinde bir ebediyet sırrı, her türbesinde bir menkıbe yazılıdır. Nerdeyse her adımda karşınıza çıkan “tarihi eser”leri göre göre kanıksamışsanız, ıskalayıp geçer, koca tarihin içinde hiçbir şey görmeden yürürsünüz. Ama bir de baktığınızı görmeyi biliyorsanız eğer, Bursa’yı gezmenin tarihe seyahat anlamı taşıdığını, herhangi bir tarihi mirasla karşılaşmanın tarihle buluşma olduğunu fark edersiniz. Hayat maddeden soyutlanır, madde mânâ ile bütünlenip maveraya akar…
Burası, kuruluş aşamasının imanla ahlâkı, zamanla stratejiyi bütünlemiş Osman ve oğlu Orhan Gazi’nin türbeleridir. Şurası hükümdarlığını inancının emrine verdiği için şehâdet mertebesine yükselmişliğin simgesi Murad Hüdavendigâr’ın, orası cesaretin ve hızın şahikası Yıldırım Bayezid’in, ötesi Ankara Savaşı’ndan sonra oluşan “Fetret Devri”ni kapatıp devleti âdeta yeniden inşa ettiği için “İkinci münşi” olarak da anılan Sultan çelebi Mehmed’in mekânıdır.
Sonrası Somuncu Baba (Hamid Hamidüddin), Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Şeyh üftade, Emir Sultan (Molla Muhammed Şemsüddin Buhârî)…
Siyaset adamlarının yürek adamlarla iç içe ebediyete uyumaları insanı etkiler, hatta biraz da şaşırtır. Olguyu değerlendirince anlarsınız ki, bu insanlar sağken de iç içe yaşamışlar.
Kayıhan Aşireti’ni kısa süre içinde önce beyliğe, ardından imparatorluğa yükselten sırrın özünü yakaladığınızı birden hissedersiniz. Bu sır, maneviyata dayalı toplum ahlâkını hayata hâkim kılma davasının özüdür! Hürmetli adımlarla Emir Sultan Hazretleri’nin türbesine girerken (02 Mart tarihi Emir Sultan Hazretlerinin vefat tarihiydi [1389]), kulaklarınızda mazinin derinliklerinden kopup gelen bir ses yankılanır: “Terk-i cemaat cerh idüğün şuyu’ bulmağilen... şehadetün caiz değildür.” (“Namazlarını cemaatle kılmadığınız söylendiği için şahitliğinizi kabul etmiyorum). Bu ses Bursa Kadısı Emir Sultan’ın sesidir ve devrin padişahı Sultan Yıldırım Bayezid’in yüzüne haykırmaktadır.
“Hadikat’üs—selâtin” bu haykırışın sonucunu da veriyor: “Hünkâr, saray-ı hümayünları pişgâhında bir camii şerif bina idüb evkâtı hamsede cemaate müdavemet buyurdular.” (Padişah, sarayının avlusuna bir cami yaptırdı ve beş vakit namazını burada cemaatle kılmaya başladı).
Gururlarına kapılmaları için tüm şartların mevcut olduğu bir dönemde, ikazları ve zaman zaman sertleşen çıkışlarıyla padişahları tevazu âbidesine çeviren olgunun maneviyat önderlerine verilen yetki olduğunu derinden derine hissedersiniz. Ardından gözlerinizin önüne Niğbolu Meydanı gelir. Kıran kırana savaşta kolundan yaralanan Yıldırım Padişah’ın yarasına bakan uzun boylu hekimin maharetine şaşıp kalırsınız. Nasıl olmuşsa olmuş hayli derin olan yara, hekimin elinin değdirmesiyle kapanmış, izi bile kalmamıştır.
çevresine talimat yağdırmakla meşgul olan Padişah, durumu fark etmesine etmiştir, ama artık çok geçtir. Uzun boylu hekim çoktan ortalardan kaybolmuş, sanki yer yarılıp içine girmiş, ya da sanki gökyüzüne uçmuştur.
Kimliğine ilişkin sualler de cevapsız kalmıştır. çünkü kimse uzun boylu hekimin Molla Muhammed Şemsüddin Buhari olduğunu fark edememiştir.
Padişah zaferi kazanıp Edirne’ye sağ salim ulaştığında Bursa’dan gelen haberle sarsılır: Gelen haber sevgili kızı Hundi Fatıma Hatun’un bir molla ile evlenmek istediğine dairdir. Padişah bu habere çok öfkelenmiştir. Ama olan olmuş, Yıldırım Padişah’ın hükümdarlara lâyık kızı Emir Sultan’a çoktan gönlünü kaptırmıştır. Yıldırım Padişah, ancak Emir Sultan’ı gördükten ve yarasını saran hekim olduğunu anladıktan sonra bu evliliğe razı olacak, “Bize damat olarak dünya sultanı değil, sizin gibi bir gönül sultanı gerektur!” diyerek kızını gönül huzuru içinde ona verecektir.
-
Molla Seyyid Muhammed Şemsüddin, aslında Buharalı bir çömlekçidir. Buhara’da kerametleri fazla yayılınca rahatsız olup hacca gitmiş, haccettikten sonra, Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Medine’ye varıp seyyidlere (peygamber efendimizin soyundan gelen kişilere) ayrılan bir misafirhaneye yerleşmiştir. Görevliler “Burası Seyyid’lere aittir, seyitsen bunu ispat et, şahit göster, yoksa çek git” deyince, aklına bir fikir gelmiş, misafirhâne görevlilerinden kendisini takip etmelerini istemiştir. Hep birlikte Peygamber Efendimiz’in kabrinin yanına gitmişler, orada Molla Muhammed Şemsüddin kabre doğru seslenmiş: “Esselamu âleyküm ya ceddî!”
Derinden çok tatlı bir ses karşılık vermiş: “Ve âleyküm selâm ya veledî!”
Buna şahit olan misafirhâne görevlileri, kendisinden özür dileyip istediği kadar orada kalabileceğini söylemişlerse de Muhammed Şemsüddin, Peygamber Efendimiz’in rüyasına girmesi ve üç kandilin ışığını takip etmesini istemesi üzerine Anadolu’nun yolunu tutmuştur. Kandiller Bursa’da sönünce de Bursa’ya yerleşmiş, tekkesini kurup irşada başlamıştır.
Şehirler de insanlar gibidir. Okumayı bilirseniz, okuyabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.