Herkes işini yapsa...
Tansiyonu yükseltici konuşmalar yapmak Türkiye’ye bir fayda vermediği halde, nedense inatla bu yol tercih edilir. Kimi zaman siyasetçiler, kimi zaman da komutanlar ‘hırsla kalkıp, zararla oturan’lar zümresine dahil olur. ‘En çok bağıran kazanacak’mış gibi bir tavır sergilenmesini anlamak mümkün değil.
Siyasetçilerin birbirleriyle atışması biraz da işin gereği. Ama elinde silâh bulunduranların neredeyse günaşırı siyasî beyanlarda bulunması, tartışmalara girmesi ya da yeni tartışmalar açması Türkiye’ye bir fayda sağlar mı?
Başka pek çok problem gibi bu konuların tartışılması da elbette sadece bu günün meselesi değildir. Tarihten gelen alışkanlıklar var. Fakat şu bir gerçek: Herkesin kendi işini yaptığı günlerde ülkede huzur, birlik ve dirlik sağlanmıştır. Aksinin yapıldığı; siyasetçinin ticaret, elinde silâh bulunduranların da siyaset yaptığı ya da siyasete müdahale ettiği zamanlarda da sadece ülkedeki sıkıntılar artmış, dertler çoğalmıştır.
Silâhlı kuvvetler mensuplarının siyasî beyanlar vermesi, hele hele günümüzde kabul edilen bir hareket tarzı değildir. Amerika yeniden keşfedilmeyeceğine göre, siyaset, ticaret ve silâhlı kuvvetlerin yönetim içindeki yeri ve konumu da bellidir. Hür ve demokrat ülkelerde siyasetçi ne yapıyorsa ülkemizdeki siyasetçi de onu yapmalı. Aynı şekilde bu ülkelerdeki silâhlı kuvvetler mensupları nasıl davranıyorsa Türkiye’de de öyle davranmalıdır. Ancak bu yolla ülkemiz huzura ve sükuna kavuşabilir. Silâhlı kuvvetlere mensup kişilerin siyasî beyanlar vermesi, siyasetçiyi üstü kapalı ya da açıkça tehdit etmesi, “Ülkede benim dediğim olur” şeklindeki beyanlar en başta milletin kendisine hakaret olarak addedilmelidir. Madem demokrasi ‘temsil’ esasına dayanır, o halde ‘vekil’leri devre dışı bırakmayı akla getiren har hareket reddedilmelidir.
Tabiî hadisenin başka bir boyutu daha var ki, o silâhlı kuvvetlere mensup olanların siyasete müdahalesinden daha fecidir. Bir siyasetçi, siyasete müdahale edenlere itiraz etmiyor ve “Ağzına sağlık! Sen her zaman böyle konuş, siyasete müdahale et! Gerekirse ben seni savunurum” anlamına gelecek şekilde hareket ediyorsa vay o siyasetçinin hâline, vay o ülkenin hâline, vay bizim hâlimize! Üstelik bu tavrı, siyasete müdahaleye en başta itiraz etmesi gereken hükümet mensupları, bakanlar sergiliyorsa vay ki vay hâlimize!
Genelkurmay Başkanı’nın Trabzon’da (TCG Oruçgazi Firkateyni’nde) yaptığı konuşmayı pek çok kişi ‘siyasete müdahale’ olarak yorumluyor ve eleştiriyorken, ‘tek başına iş başına gelen bu günkü hükümetin Millî Savunma Bakanı, ‘’Başbuğ’un ifadeleri, bir asker gözüyle meselelerin aydınlatılmasıdır, halkın aydınlatılmasıdır” demiş. (AA, 17 Aralık 2009)
Genelkurmay Başkanı’nın “Oruçreis Firkateyni’ndeki” konuşmasını değerlendiren Güngör Mengi bile şöyle demiş: “Trabzon doğru bir seçim olsa bile bu seçime anlam yükleme zorlamaları en azından gereksiz olmuştur.” (Vatan, 18 Aralık 2009) Mengi’nin tesbitini ‘bile’ olarak vermemiz boşuna değil. Çünkü yazının bütünü Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını savunma isteğiyle yazılmış. Ama bir noktadan sonra o bile “gereksiz olmuştur” diyebilmiştir. Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasına ciddî ve haklı eleştiri gitiren onlarca, belki de yüzlerce yazıyı hatırlatmaya her hâlde gerek yok.
Bütün bunlar yaşanırken, bir Bakan’ın bu konuşmayı “halkın aydınlatılması” olarak yorumlaması siyaset ve siyasetçi bakımından üzücüdür. Siyasetçi gibi düşünen ve konuşan siyasetçilere hasretiz, vesselâm...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.