Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Hacılar sömürülüyor mu?

Hacılar sömürülüyor mu?

Haccın tümü dün anlatmaya çalıştığım gibi duygusal boyuttan ibaret değil maalesef. Bugünkü yazımda, düzeltilmesi amacıyla aksaklıklardan bahsedeceğim.
Pek kimse bunlardan bahsetmiyor, bahsetmedikleri için de düzelmesi ihtimali bulunmuyor.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, haccın özelliklerinden kaynaklanan meşakkatlerin, zorlukların hiçbirine en küçük bir itirazım bile yok. Hepsi canım başım üzerine. Zaten haccın özelliklerinden kaynaklanan zorlukların sevap hanemize yazıldığına inanıyoruz. Hattâ buna dikkat çeken, “Hac meşakkattir” şeklinde bir Hadis-i Şerif olduğunu da biliyoruz. Benim itirazım bu zorunlu ibadeti bilgisizlikleri, ilgisizlikleri, hatta üç kuruş daha fazla para kazanma hırsları yüzünden kirletenleredir...
Umursamazlıkları, hırsları ve ciddiyetsizlikleriyle haccı hem en pahalı seyahat haline getiriyorlar, hem de alabildiğine zorlaştırıyorlar. Zaten tur şirketlerinin, hac öncesi hacı adaylarını toplayarak yaptıkları konuşmaların büyük bölümü, muhtemel eleştirileri peşinen önlemeye yönelik oluyor.
Adaylara, mahiyeti ve kaynağı ne olursa olsun, şahit olacakları olumsuzluklar karşısında kesinlikle susmalarını öneriyorlar. Aksi takdirde haccın sakatlanacağını, sevaplarının azalacağını telkin ediyorlar. Bardağın devamlı dolu tarafını görmek, yanlışlara sabretmek, tepki göstermemek gerektiğini söylüyorlar.
Kısacası mantığınızı bir günah gibi görmenizi sağlamaya çalışıyorlar. Bir anlamda beyin yıkıyorlar. Çünkü eleştiriye tahammülleri, düzeltmeye de niyetleri yoktur.
Aksaklıklar daha havalimanında başlıyor. Suudi Arabistan Hava Yolları’na ait iki katlı devasa uçak yaklaşık üç saat gecikmeyle havalanıyor.
Tam “Buna da şükür” derken, kalkar kalkmaz, uçağın su sisteminin arızalandığı, lavaboların bu sebeple kullanılamayacağı anons ediliyor. (Hayatımda bir ilk).
İçinizden bir “lahavle” çekip ihramınıza biraz daha sarınıyorsunuz. İşin en başında “uyumsuz” ilan edilmemek için yutkunup susuyorsunuz. Aksamayla başlayan mübarek yolculuğun sonunun hayrolması için duada teselli arıyorsunuz.
Yine de Cidde Havaalanı’nda, en terk edilmiş durumda on saat bekletilmeyi, elinizde bavullarla o köşeden bu köşeye savrulmayı, Suudlu yetkililerin sohbeti çalışmaya tercih eden laubali tavırları, Mekke’ye gitmek için bindirildiğiniz Nuh’u Nebi’den kalma otobüste iki büklüm seyahat etmeyi içinize sindiremiyorsunuz.
Ama işin başında sürekli “sabır” telkin edilmiş ya, susup katlanıyorsunuz.
Normal şartlarda beş saat içinde almanız gereken İstanbul-Mekke arasındaki yolu 18 saatte alıp ancak sabah namazında menzilinize ulaşabiliyorsunuz.
Organizasyon biraz daha doğru düzgün, havaalanı biraz daha ihtiyaca cevap verir tarzda, Suudlu memurlar biraz daha sorumlu, otobüsler biraz daha yeni, yol biraz daha müsait (ki bunlar çözülemeyecek sorunlar değil) olsa bu yorgunluk, yılgınlık yaşanmayacaktır.
Şunu söyleyeyim: Hac farizasını yerine getirmek için bendenizin tercih ettiği şirket yetkilileri son derece ilgisiz ve sorumsuz davrandılar. (Bu arada tur şirketinden şikâyetçi olmayan hacı görmediğimi söylemek zorundayım).
Neredeyse bir çuval para alıyorlar. Üstüne bir de “kurban parası” tahsil ediyorlar. Ayrıca Mekke’deki otelden Mina’ya gidiş-dönüş otobüs parasını farklı miktarlarda tahsil ediyorlar. Farkın sebebini sorduğunuzda, kapitalizmin “Arz talep kaidesi”nden söz ediliyor. Peki, ama Suudi Arabistan, “Şeriat ülkesi” değil miydi? Kapitalist kuralların hacda ne işi var? Neden bu soygunlara izin veriliyor?
Mekke, Mina ve Müzdelife’de temizlik mumla aranıyor. Bu kadar kirletilmişlik insanın ibadetini bile kirletiyor. Özellikle şeytan taşlamak üzere taş toplanan Müzdelife bölgesi çok kirletilmiş durumda. Hem de Domuz Gribi kol gezerken...
Vaat edilen dört yıldızlı oteller Türkiye’deki en salaş otellerle yarışamaz durumda. Ne oda gibi odaları, ne banyo gibi banyoları var... “Güvenilir” olarak sunulan otelin odasındaki kasadan yediyüz dolarımın çalınması ve otel yöneticileri ile tur şirketi sorumlularının laubali yaklaşımları sebebiyle hırsızın bulunamaması da cabası...
Mekke’de “dört yıldız” olarak vadedilen otelin sanırım yıldızları dökülmüş. Ne daracık odasında kıpırdayabilmek mümkün, ne daracık banyosunda yıkanabilmek... Yemekhanesiyle yemekleri ise tam bir felaket: Bu yüzden veriyorsunuz (Bu anlamda işime yaradığını söyleyebilirim).
Medine’deki otel ise farklı bir felaket! Düşünün: En geç saat öğle üzeri 11-12 gibi inmeniz gereken otele bin bir zorlukla (geç gelen külüstür otobüsün yirmi dakikalık yolculuktan sonra arızalanıp yolda kalması, ikinci otobüsün ancak altı saat sonra gelmesi, defalarca hacca ve umreye gittiğini söyleyen tur sorumlusunun Medine yolunu şoföre yanlış tarif etmesi, ikinci ve üçüncü denemelerde bu kez şoförün yolu şaşırması ve otobüsün Harem etrafında saatlerce dönüp durması sonucu) sabaha karşı varıyorsunuz. Size ayrılan odaya çıktığınızda odanın hazırlanmadığına şahit oluyor ve cinnet geçiriyorsunuz. Tepkiniz üzerine verilen odada ise buzdolabı yoktur. Yine tepkiniz üzerine getirilen buzdolabı bozuktur. Ve bu otelin “dört yıldızlı” olduğu iddiası sürmektedir.
Öğle yemeği yemek üzere gittiğiniz otel lokantasından “Sizin gruba yemek yok” diye çevrildiğinizde tüm cinler tepenize üşüşüyor. Grubunuza yemek ancak şiddetli tepkiniz sonunda veriliyor. Umursamazlık ve sorumsuzluk ortasında sömürü başka nasıl olur?
Daha ötesini anlatmak istemiyorum. Hacca gitmek için seçtiğim tur şirketinden dolayı da bin pişmanım. Hükümet mutlaka hac işine el atmalı, bu sömürü çarkını kırmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti isterse, haccın özelliklerinden çok Suudi Arabistan hükümetinin bilgisizliği, Diyanet Teşkilatımızın umursamazlığı, bir de “kolay hac” vadeden tur şirketlerinin para hırsı yüzünden zaman zaman eziyete dönüşen bu yolculuğu daha kolay, daha keyifli ve huzurlu hale getirebilir.
Bunun için yapılması gereken iş çok basit: Türkiye, tek başına, ya da vatandaşlarını her sene hacca gönderen birkaç Müslüman devleti yanına alarak Suudi Arabistan Hükümeti nezdinde teşebbüse geçebilir. İnanın bu teşebbüs pek çok sorunun kaynağını kurutacak, haccı fevkalâde kolaylaştıracaktır.
Ancak bizimki dâhil, hacı gönderen Müslüman devletler bu mecburi ibadeti “meşakkat” gibi görüp, bu kabil teşebbüslerde bulunmuyorlar. Bu da meşakkati üçe-dörde katlıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi