Davranış ve fiillerimizin kaynağı
Rûh-beden, davranış, düşünce ve inançlarımız arasında temel bağlantılar olduğu muhakkak.
Psikoloji, düşünmeyi “hâdise ve nesne/eşya yerine onların alem/sembollerini kullanarak meselelere çâre aramak için yapılan zihnî faaliyet; olaylar ve nesneler, varlıklar arasında bağ kurma; müşahhastan mücerrede (somuttan soyuta) geçmek” şeklinde tanımlar.
Meyil/tutum ise, müşâhede edilemeyen, fakat, gözlemlenebilen davranışlarımıza yol açan eğilimlerdir. Diğer bir tâbirle, bir kişi, durum, nesne, hâdise ile ilgili düzenli ve devamlı olan inanç ve duygularımızdır. Meyillerimiz gelip geçici değildir. Bilgi, inanç ve duygulardan meydana gelen tutum ve meyillerimiz; kişi, nesne ve olaylara karşı olumlu-olumsuz ve belirli bir şekilde davranmamıza sebep olur.
Davranış, fiil ve hareketlerimizin rûhî-psiko-fizyolojik temeli şudur: Fiillerimiz kalbin, hissin meyillerinden çıkar. O temayülât ruhun hassasiyetinden ve ihtiyaçlarından gelir. Rûh ise, imân nûru ile harekete gelir.1 Buna göre; bedenimizi rûhumuz; rûh ve duygularımızı düşüncelerimiz; düşüncelerimizi de imânımız yönlendirir, yönetir, şekillendirir, besler. Nasıl düşünürsek öyle oluruz. Nasıl inanırsak öyle yaşarız. İyi ve güzel, sıhhatli, becerikli olmayı arzularsak; gerçekten de buna nâil oluruz. Aksini düşünürsek; düşündüğümüz gibi oluruz.
Düşüncelerimizi inançlarımız/imanımız yönlendirdiğine göre; hayatımızı imânımıza göre dizayn eder; yaşantımızı duygularımıza göre ayarlarız. Bedenimizi çalıştıran rûhumuz, mâneviyâtımızdır da diyebiliriz. “Her şey düşüncede başlar” tesbiti bunu açıklar. Dünyanın hiçbir gücü; hiç kimseye inanmadığı şeyi bilerek, severek ve kabul ettirerek yaptıramaz!
Davranış ve kanaatlerimizin kaynağını maddelere dökersek şöyle bir tablo ile karşılaşırız:
* Kâinatı, nesneleri, objeleri, hâdiseleri duyular vasıtasıyla algılar, duygularla yoğurarak çeşitli “bilgiler” elde ederiz.
* Sonra bilgilerimizi tefekkürle besler, sular; yukarıda sıraladığımız zihnin kademelerindeki teknelerde hamur gibi yoğurur, sentez yapar ve şekillendirerek “düşünce”lerimizi oluştururuz.
* Ardından bunları da geliştirerek “kanaat”lerimiz teşekkül eder.
* Kanaatlerimizi, bilgi-akıl, kalb, vicdan kapasitemize göre ölçer, biçer, tahlil eder ve “inanç”larımızı oluştururuz.
* Böylece imân duyulardan duygulara, oradan his ve lâtifelere, “tahayyül, tasavvur, taakkul, iz’an, iltizam”dan geçerek en nihayet bir senteze, ondan da kesin bilgiye ulaştığında da “itikad” hâline gelir.
İstidadlarımızı geliştirmek, kabiliyetlerimizi ortaya çıkarmak, yaratılış sırrını çözmek, çalışmak, üretmek gibi fiiller düşünce ve irâdemizin eseridir. İrâde de karakterimizin mahsûlüdür. Karakter ile irâde de kabiliyetle istidadlarımızın neticesidir. İstidad ve kabiliyetlerimizi inkişâf ettiren de imânımızdır.
Dipnot:
1- Hutbe-i Şâmiye, s. 82.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.