Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Beni unut demişti

Beni unut demişti

"Beni unutun" demişti. Pençesine düştüğü o ölümcül hastalığın verdiği acılar bedenini her geçen gün biraz daha sarsıyor ve adeta günden güne eriyordu. Dalgın gözlerle sonsuzluk ufkunu sanki süzer gibiydi. Gideceği yeri düşünürken: Lütfen! Beni unutun! diyordu. Üçümüzde ölüm döşeğinde yatan arkadaşımızın gözlerine bakarken içimizdeki sızı, hasret kokusu, çaresizlik hissi yüreğimizi içten içe dağlıyor ve bizi sarsıyordu. O ise aynı cümleyi tekrar ediyordu:

"Beni unutun! Unutulmak istiyorum. Üçünüze de vasiyet ediyorum. Öldüğümde bütün elbiselerimi, bütün resimlerimi, bütün kitaplarımı, ayakkabılarımı, yalnızlığımda terk eden kocama ait mektupları, eşyaları, notları hepsini yakın. Yakın da külünü yeni filizlenmiş şuradaki çelimsiz çiçeğimin toprağına katın. Arkamdan adımı hiç anmayın, anılarımızı unutun, adımı unutun, yaşadıklarımızı unutun... Beni unutun dostlarım. Farz edin ki Semiha adında bir kadın yaşamadı. Farz edin ki böyle biri yoktu. Beni unutun. Unutulmak istiyorum... "

Ağlamaklı gözlerle birbirimize baktık, hıçkırıkları içimize akıttık. İçimizde büyüttüğümüz bir çiçeği nasıl koparıp ta atacağımızı düşünürken; başımız iyice ağırlaşmıştı. İlk defa yer bize bu kadar yakın, bu kadar soğuk ve ürkütücü gelmişti . Sonra:

" Böyle düşünme Semiha , dedik.

" Biz seni nasıl unuturuz ?

" Unutursunuz , dedi :

" Hele şu dediklerimi bir yapın. O zaman unutursunuz.

Aradan bir ay geçmişti. Semiha Salı akşamı ezanıyla hakka yürüdü. Çelimsiz ve cansız bedeni en sevdiği kar beyaz yatağın üzerine düşüverdi. Gözleri sonsuzluğa doğru bakarken, umutlarını ve tükenmiş hayat hikayesini de yanında götürdü .

Ellerimizde Kur'anla, dualarla uğurladık onu .

" Ağlamayın, demişti. Gözyaşı söz dinlemezmiş, hıçkıra hıçkıra ağladık. Üzerine beyaz bir örtü örttük. Başında Kur'an okuduk. Dua ettik. Birlikte güzel hatıralar paylaştığımız arkadaşımızı ahrete uğurlarken, Allah'tan rahmet ve muhabbetle ağırlanmasını diledik. Bu Allah'ın şanındandı . Evlerimize misafir geldiğinde ne yapacağını bilemeyen bizler böyleyken, Mü'mine kulunu misafir ettiğinde şan ve yüceliğinin büyüklüğünden şüphe olunmayan yüce Allah c.c. kimbilir nasıl karşılayacaktı.

Annesi kızına sarılmış ağlıyordu. Kız kardeşi secdede göz yaşlarıyla onun için dua ediyordu. O gece sabaha kadar başında bekledik. Bu onu dünya gözüyle son görüşümüzdü.

" Semiha Resule selam söyle . Semiha sen onu bizden önce görme şerefine eriştin ne mutlu sana, dedik. Üç arkadaş cansız yatan naşına sımsıkı sarıldık , hıçkıra hıçkıra ağladık.

Ertesi günü Semiha'yı sade bir merasimle ebedi yolculuğuna uğurladık. Geride sanki yalnız bir yetim gibi yapayalnız kalmıştık. Semiha'nin evine geldiğimizde gözlerimiz ötelerdeydi. İçimize sızan bir hasret yüreğimizi delip geçiyordu.

"Beni unutun, demişti Semiha . Bana ait ne varsa yakın... Kitaplarını topladık, en sevdiği beyaz elbisesini, pembe tuvaletini, lacivert takımı, incilerini, ayakkabılarını, mektupları, notları, vazodaki çiçekleri ,aşağı bahçeye koyduk. Bir kibritle bu vasiyeti yerine getirdik. Evet işte ona ait her şey kül olmuştu, yanmıştı, yoktu artık. Arta kalan külü aşağı doğru savurduk. Sonra kaldırıma oturduk, öylece kaldık.

Saliha 'nın kolundan tuttum ve içimde beliren hatıraları bastırmaya yok etmeye çalıştım ama nafile... Pembe bir giysiyle gelmişti Semiha. Yorgundu, elinde bir kapta kek vardı. Oturduk, çaylarımızı içmiştik, bir ayet okumuştu da üzerinde düşünmüştük. Unutmak istedim odanın kapısını kapatıp çıktım. Vasiyeti üzerine onu unutmak istiyordum.

Ama bir başka gün canlandı belleğimde. Arapça okuyorduk. Merdivende, onunla ezberlemiştik

Bir sürü grameri. Sonra bana küçükken cami hocasından yediği dayağı anlatmıştı da gülüşmüştük..

Unutmaya çalıştım hatıraları... Kendimi avutmaya farklı bir kulvara gidip orada yürümek istedim ama nafile...

Bir kış günü kırmızı şemsiyenin altında yürümüştük. Yağmur yağıyordu, üşümüştük. Az ilerde bir ihtiyar görmüştük, ıslanıyordu elimizdeki şemsiyeyi ona verdik de eve kadar ıslanarak gitmiştik...

Olduğum yerden kalktım ve bağırdım : " Unutamıyorum! dedim...

" Hatıraları unutamıyorum. Sanki her biri belleğime kazınmış bir iz, canlı bir film... Ne yapsam kurtulamıyorum onlardan. Hatıralar üzerime doğru geliyordu ben unutmak istedikçe.

Saliha ağlayarak : "Ben de kurtulmak istemiyorum ...! dedi.

Tuba "Ben bir yaz günü yaptığımız tatilin içinde buldum kendimi . Çıkamıyorum , ...diye ekledi.

Semiha "Beni unutun! Eşyalarımı yakın demişti . Biz de bütün eşyalarını , elbiselerini, ayakkabılarını, kitaplarını hepsini yok ettik. Ama o hatıraları, kör olası hatıraları yok edemedik. En olmadık zamanlarda, beklenmedik anlarda, ansızın çıkıverdi karşımıza. Sanki birer canlı film şeridi gibi .

Ne yapsak yok edemiyorduk işte... Hayat bir serap gibi yakınları uzak, gülüşleri acı bir burukluğa dönüştürürken, neden ? diye sormak gelmedi aklımıza, çünkü biz hayatı zaten böyle biliriz. Ama, bütün iyilerin bedenleri toprakta, ruhları arş-ı a'la-da iken sormak gelmedi de içimizden .

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi