“Davutoğlu Hoca”mızdan yılın son dersi!..
Yılın son gününde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun davetlisiydik.
Bir sohbetten istifade etmiş olarak çıkmak büyük zevk.
Davutoğlu’nun bir yıl boyunca neler yapıldığına, hangi bölgelerdeki hangi soruna nasıl el atıldığına dair geniş sunumu, haber sayfalarımıza kalsın.
Ben sadece dış politikada değil, hayatımızın her safhasında istifade edebileceğimiz birtakım noktalara dikkat çekmek istiyorum.
Sayın Bakan’ın muvaffakiyetini büyük ölçüde açıklayan bir bakış açısı…
Şu cümlelerinde:
“Bir ressam düşünün;
biraz sonra boya kutusunun devrileceğini, yanlış bir yere yanlış renk atacağını düşünerek resim yapmaya başlarsa ortaya ahenkli bir tablo çıkar mı?..
Ressam ancak, kafasındaki tahayyülâtı renklerle tabloya yansıtırsa iyi bir tabloya imza atmış olur.
Bizim zihnimizde Türkiye’nin geleceğiyle ilgili güzel bir resim var.
Bu güzel resmin gerçekleşmesi için hangi tonları kullanmak lazım, nerelere hangi çizgiyi; hangi noktalara hangi unsuru, motifi yerleştirmek lazım?..
Onun çabası içindeyiz.
Ya iyi bir resim ya da iyi bir Türk deseni ile döşenmiş bir kilim çıkacak ortaya.”
*
Evet, “pozitif” düşünce…
Çoğu zaman, “niye olmayacağını” açıklamaya yoğunlaşırız değil mi?..
Bakan bunu;
“O olmazsa bu olmaz” düşüncesi olarak dile getiriyor…
Oysa…
Öyle bakmasak da…
“Bu olduğunda diğeri de olacaktır” diyebilsek…
*
Kafamızda hedefler olsa;
bu hedeflere ulaşmanın “niçin zor olduğuna” yoğunlaşacağımıza…
Menzile, hangi imkânları, hangi zaman dilimlerinde, nasıl kullanacağımızı planlayarak, hesaplayarak…
Ve tabii “umarak” ulaşmaya çalışsak…
“Kendi kendimizin takozu” olmasak!..
*
Sayın Bakan’ın misalindeki “yeteneklerini kullanamayan” ressam; kim bilir ne kabiliyetlidir...
Ne manevî hazları, ne ödülleri ve ne paraları kaçırıyordur korktuğu için!..
*
Ne dersiniz;
Biz de kendimizin takozu muyuz?..
Birtakım imkanları;
daha çok “olurları” değil de “olmazları”;
çoğu zaman da “sadece olmazları” öne çıkartarak teptiğimiz oluyor mu?
*
Davutoğlu Hoca; “olurları” bir araya getirerek neler yaptı?..
Alanında vazgeçilmezlik noktasına ulaşmış, üstünlüğünü kendisinden hoşlanmayanlara dahi kabul ettirmiş olması; meselenin kişisel yanı.
Ekibiyle birlikte ortaya koyduğu neticeden hep birlikte faydalanmıyor muyuz?..
Suriye ile savaşın eşiklerinde dolaşır halimiz; bugünkü halimizden daha mı iyiydi?..
Vize’nin kaldırılmasından sonra Suriye’den gelen turist sayısında patlama olması;
şu veya bu oranlarda bütün kesimlere yarar sağlamıyor mu?..
Sağlamayacak mı?..
*
Davutoğlu’nun dünkü sohbetinde bir kez daha dikkat çektiği ilkeler, sadece dış politika alanında kullanılacak değil.
İş hayatımızda da kullanamaz mıyız?..
Mesela;
“Kriz odaklı değil de vizyon odaklı yaklaşım.”
Ne demek bu?..
Benim bakış açımla;
“Önleyici tedavi!..”
*
Hastalığın tedavisi meşakkatli ve pahalı.
Tedbir daha az zahmetli; maliyeti de göz ardı edilebilir boyutlarda.
İş hayatımızda, gelmesi kaçınılmaz olan krizleri önceden fark edip gerekli tedbirleri almak yerine “meseleyi” seyrine bıraktığımız olmuyor mu?..
Ve kriz anında sert tedbirler almak zorunda kaldığımız?..
*
Davutoğlu Hoca’nın “reaktif”, tepkisel değil de, önleyici yani “proaktif” yöntem dediği de belli;
“Kriz çıksın, kriz kapımıza dayansın da, kriz bizi tehdit etmeye başlasın da ondan sonra tehdit konsepti geliştirelim ve buna tepki verelim’ yaklaşımını reddediyor.
*
Bu esası hangi alana uygularsanız uygulayın…
Mesela;
PKK terörünü nihayete erdirememenin sebeplerinden biri “dış ve iç destek ise”; bir başkası “gerçekleri görmezden gelmek” değil midir?..
Derin mahfiller kasıtlı olarak “devlet düşmanı” üretirken; gerçekten sivil olan örgütlerimiz “belanın gittikçe büyüyeceğini” göremedi.
Görebildiyse de harekete geçemedi.
Tam da Davutoğlu Hoca’nın işaret ettiği;
“Kriz çıksın, kriz kapımıza dayansın da, kriz bizi tehdit etmeye başlasın da ondan sonra tehdit konsepti geliştirelim ve buna tepki verelim” yaklaşımı!..
*
Davutoğlu; bunların yanı sıra; “Tek eksenli bir politika değil, bütüncül ve sistematik bir politika yürütmek istiyoruz” mesajını veriyor…
Bunu “Türkiye’nin dış politikada (sadece) ABD ve İsrail’e bağımlı olmasın” diye okuyabiliriz.
Günlük hayatımıza uyarlayacak olursak;
“Bütün yumurtaları aynı sepete koymayalım.”
Meselenin bir yönü bu.
“Bütüncüllük” tarafı; bütün faktörleri göz önünde bulundurmayı…
“Sistematik politika” tarafı da;
neyin, ne zaman, nasıl yapılacağına dair meşhur misali getirir önümüze:
Hocanın biri elinin altındaki kavanoza önce büyük taşları;
ardından o büyük taşların arasından geçecek çakıl taşlarını;
sonra çakıl taşlarının arasından geçecek kum tanelerini
ve son olarak da hepsinin arasından süzülerek bütün boşlukları kapatacak olan koca bir bardak suyu doldurur ya…
Kavanoza, “imkansız” gibi görüneni yaptırtmak, “sistematik politika”nın marifeti!..
*
Neyi, ne zaman, nasıl-hangi yöntemleri yapacağımızı öğrenebilecek miyiz şu kavanoz dipli dünyada!..