Bir türlü paylaşamadı ğımız müşterekleri miz ve insanlığımız
Gazete ve TV haberlerine bakar ve kanarsak eğer; başta insanlığımız, hayat hakkımız ve ülkemiz olmak üzere hiçbir ni’metimizi, hiçbir derdimizi, hiçbir sevincimizi paylaşamıyoruz. Mahallemizi, sokağımızı, hatta evimizin içindeki onca müşterek değeri paylaşamıyor veya paylaşmak istemiyoruz.
İç karartan haberler doğru ise; paylaşamadığımızı parçalıyoruz:
“Bana yar olmayan, başkasına da yar olmasın. Beni sevmeyen ölsün. Ya sev, ya terk et! Benim davam, benim partim, benim fikrim için kepenkini indirmeyenin evi de, dükkanı da başına geçsin, yansın. Aha! Al benden de bir molotof, bir molotof daha. Veresiye defteri de yansın bakkal Abdi’nin. Zaten nah! öderdim borcumu. Herif hesabımla oynayıp şişirmiş. Dilan’ı da vermeyecekti zaten. Kendi de, Dilan’ı da yansın”.
Daha doğrusu en büyük payın, paranın, arabanın, baklavanın, arsanın, dayının, babanın, torunun, tosunun, öküzün, ineğin ve jipin hep bizim olmasını istiyoruz. En zengin damadın ve oğlanın, en güzel kızın ve gelinin bizim olmasını.. En büyük partinin de, futbol takımının da bizim olmasını.. En hızlı arabanın bizimki, en güzel evin, en büyük mahallenin bizimki olmasını istiyoruz. “Sokaklarda, parklarda bir ben dolaşayım efelenerek; başka dolaşan olursa da, bana temenna dursun, önce benden ruhsat alsın”.
“Benim koklamadığım çiçeği ezer geçerim; benim giremediğim ormanı yakarım. Benim dolaştığım dağlarda benden başka kimse dolaşmaz. Dolaşırsa; onunla birlikte dağı yakarım. Her direkte, her dağda, her çatıda, her pencerede sadece benim bayrağım dalgalanacak; başka bayrak tanımam, yakarım. O evi de, mahalleyi de, o şehri de yıkarım”.
“Aç köpek fırın yıkarmış. Bana ne?. Ben aç değilim ama ben de yıkarım. Ben kendi ekmeğime bakarım. Hem elin elindeki ekmeği, parası ne güne duruyor; alırım elindekini, cebini, cepkenini; olur benimki.. Biji Türkiye! Selam bizim Che’ye!”
Ne mübarek akıl, ne gayret, ne selabet, ne firaset!
Ben de desem ki böylesine; afedersiniz; kendime.. Çünkü herkes benden akıllı ve benim fikrime ihtiyacı yok.. Herkes gidermiş Mersin’e, ben gidermişim tersine.. Ama olsun, belki birileri takılır peşime:
“Yakarım, yıkarım da; tek başıma keyfe mâ yeşâ kalır ve bırakılır mıyım, yaşatılır mıyım? Ben onların sevdiklerini kahrettim ama, onlar benim sevdiklerimi kahretmez mi hiç acep?” diye sormak gerek değil mi hiç? Biraz empati yapmak gerekmez mi?”
“Başkasının malı evladı ucuz da benimki gerçekten pahalı mı? Tabii ki; onunki de, seninki de pahalı. Pahalı ki o da senin kadar titriyor evladı ve malı üzerine. Çünkü insan; emek verdiği her şeyi sever; ünsiyet bağlar, bağrına basar. O şey komşunun çocuğu da, iti de olsa farketmez. Madem insanız; duygularımız da, tepkilerimiz de aynıdır; müşterektir. Çektiklerimiz de, çekindiklerimiz de, sevdiklerimiz de, nefret ettiklerimiz de hep aynıdır. Doğar doğmaz bebeğimizi bağrımıza basar koklarız. Anlar anlamaz onunla konuşuruz. Gülerse hemen güleriz, birden mutlu oluveririz. Ağlarsa hemen tapışlarız. Aynısını Çinli de, Finli de, Kırgız da, hırsız da, roman da yapar. Çünkü insanın fıtratı budur.
Hepimizin malı ve evladı, bebesi, ebesi, eşi, evi, mesleği, eşeği, semeri, unu, pulu, parası, emeği, ekmeği, toprağı, bayrağı, dili, şiiri, hikâyesi ve masalı aynı sebep ve hissiyatla değerli.
İyi ki değerli; çünkü her biri aramızda iletişime, bilişmeye, anlaşmaya, paylaşmaya ve dolayısı ile ferahlamaya, rahat nefes almaya medar”.
Dolayısı ile yeryüzünde elle tutulan en büyük müştereğimiz, elbette “insanlığımız”. Hem de eşref oluşumuz. Her varlık, bütün yaradılmışlar, bütün denizler, bütün ırmaklar insan içindir, eşref olan insan Allah için. İnsan da Allah içindir. O bizi özenerek, kendi suretinde yarattı. O’nun en büyük mucizesi insan. Hepimiz O’ndan geldik, O’na döneceğiz”.
“Yine ben kimseye değil; kendi kendime, ezcümle derim ki: O’ndan, Rabb’ten sonraki en büyük, en müşahhas gerçeğimiz ve müştereğimiz: İnsan olmak. Dinden de, dilden de, bayraktan da, vatandan da, etnisiteden de, maldan da, liderden de, kanundan da, devletten de öncelikli en evrensel ve en öncelikli müşterek değerimiz insan olmak.
İnsan, ki; eşref-i mahlukat.
Diyorum ki; duygu ve hissiyatım en başta olmak üzere fer; yedi milyar insan bazında görüp dokunduğum, işitip gördüğüm; algıladığım, algılayamadığım; ama varlığından haberim olan her şer şey; seninki ile, sizinki ile benim de ortak değerim, yani müştereğim. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Hastalıklarınız; benim de hastalığım.. İnluenza A H1 N1 virüsünüz dahi benim virüsüm, benim kaderim. Domuz gripli çocuğunuz veya ölümcül dedeniz.. Hepsi benim müştereğim”.
Virüslü, virüssüz havanız; klorlu veya klorsuz suyunuz benim. Bugün bizde pişen aşure ve üstüne gelecek kahve de sizin. Kuyumuz, çeşmemiz, incir ağacımız, sokağımız.. Gazetecimiz, ezanımız, minaremiz, trenimiz, gayrimüslimimiz, Norveç’te şoklanan, Halkalı pazarında satılan uskumru dahil; Yüksekova yaylasındaki orkideler, kovanlar; benimle, bizimle, seninle, sizinle alakalı duran durmayan ne varsa; hep müştereğimiz.
Önceki Nisan ayında Meksika’da zuhur eden domuz gribi; önceki ay komşumuzun dünya tatlısını, Betül’ümüzü, bayramın ikinci günü Recep Vardar’ımızı gönderdi toprağın altına. O virüs de bizim. Yarın sizde, öbür gün bizde olacak. Belki ikimizin evinden de sevdiklerimizi götürecek. Ben senin yitirdiğine ağlayacağım; sen de bunca sözden sonra ağlarsın değil mi?.
Geçen ay Reşadiye’de şehit edilen ve yazıklar olsun onlara ki, o civanları, o güvercinleri vuran bedhahlar da, kahpeler de bizim müştereğimiz. Çünkü onlar bizim mahallemizden, aramızdan türemiş çürüklerimiz. Esfelleşmiş gübremiz. Bir türlü ıslah edemediğimiz canilerimiz. Birlikte ıslah edelim, birlikte dua edelim; etmez misiniz?
Üzerinde tepe tepe yürüyüp tırmaladığımız, kazmaladığımız toprak da, Veysel de, Karani de, harami de bizim değerli veya değersiz müştereğimiz.
Cüzamlı veya veremli komşu da senin, hem de benim müştereğim. Ben verem isem sen de veremsin, sen cüzamlı isen ben de cüzamlıyım. Çünkü hiç kıymetini bilmeden içtiğimiz su, taş atıp elmasını, cevizini yediğimiz ağaç, Apo aşkıyla yakmaya kalktığımız fırın müştereğimiz.
Molotof atıp yaktığımız İETT otobüsleri, ambulanslar ve taksiler var ya; şoförleri hep hasta veya ölmüş ve öldürülmüş olsa; senin Serap’ı, senin Şemdin’i, benim Sefin’i kim yetiştirecek okula, hastaneye. Hadi okutmadık: “..düzenin mektebi! dedik yaktı okulu.. ve çıktık her birimiz bir dağa”. Kim okutacak Ayşe’leri, Ahmet’ini? Fırınları da, ocakları da ateşe verdik bir bir; kim pişirecek ekmeğini onların?
Yol yakınken vazgeçelim yakmaktan yıkmaktan. Yıllar önce hani güzel bir söz duymuştuk hani: “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içiniz” diye. İnsanlık adına ve namına o söze kulak verip dinleyelim. Acele keşfe başlayalım o güzelim müştereklerimizi. Zira gidişat iyi değil. Gün gelir arayabiliriz bu günleri. Bir gün artık çok geç olabilir her şey hepimiz için. O zaman belki hatırlayan olur bu müşterek ve ortak değerlerimizi ama, dedim ya, çok geç olabilir ve para etmez müştereklerimiz.
İnsan madem ki içtimai bir varlıktır; her birimiz biribirimize muhtacız; “Altın kapının, tahta kapıya muhtaçlığı vardır” demişler. Dağda, gurbette, yolumuzu kaybettiğimizde nasıl da anlarız bu gerçeği. İşte o zaman ellerimiz buluşuverir; ısıtıverir birbirini. Artık o el, kimin olsa fark etmez; ister Türk’ün, ister Kürd’ün, ister Ermeni’nin, ister Rum’un, ister Roman’ın. Yeter ki bir insan eli olsun.
Önce insân, sonra îzân.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.