Yalan Söyleyen Tarih Utansın
Allah rahmet eylesin, “Yalan Söyleyen Tarih Utansın”ın adıyla tarihimizi “doğru” yazan Mustafa Müftüoğlu’nun bugün ölümünün ikinci yıldönümü.
Resmi tarihi okumaya başladığım yıllarda; “Bu işte bir arıza var” diye aklımdan geçerdi ama test imkanı bulamazdım. Yakın tarih ise, sorar araştırırdım fakat yakın tarihin şahitleri yoksa veya bulamamışsam, çaresiz inanmak zorunda kalırdım.
Rahmetli babam, bir akşam iş dönüşünde elinde iki ciltlik bir kitapla gelmişti. Kitabın üzerinde “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” yazıyordu. Yazarı da Mustafa Müftüoğlu’ydu. O yıllarda yazarı tanıma imkanım yoktu ama kim olduğuna da çok merak ediyordum.
Sonra bir gün Milli Türk Talebe Birliği’nin daveti üzerine tarih konferansı vermek üzere geleceğini öğrenince, dünyalar benim olmuştu. İlk defa Ankara Cebeci de bir sinemada dinlemiştim. “Tarih yazanlar gerçekten yalan yazar mı” diye gittiğim salonda, Mustafa Müftüoğlu’nu dinleyince; “Demek ki yazarmış,” diyerek salondan çıkmıştım.
“Yalan Söyleyen Tarih Utansın”ın ilk baskıları hâlâ kütüphanemde durur. Her gördüğümde Mustafa Müftüoğlu’nu hatırlar ve hatıralarımı yeniden yaşarım. “Hey gidi Mustafa Ağabey” diyerek iç geçiririm. Mekanı cennet olsun, Allah rahmet eylesin.
“İnsan bir şeyi çok isterse, eninde sonunda nasip olur” derler. Eserlerini okudukça hep yakın olmak istemişimdir. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra sık sık bir arada olmaya başlamıştık. O benim yazıları okur, ben onunkileri okur ve uzun uzun sohbet ederdik.
Allah razı olsun ve uzun ömürler versin, Devlet Eski Bakanı Hasan Aksay ağabeyimin sayesinde daha çok beraber oluyorduk. Hasan Aksay bir vefa abidesidir. Bugüne kadar böyle vefalı birine daha rastlamadım. Onun sayesinde Mustafa ağabeyin son zamanlarında yine yanında yöresinde olmaya çalışmıştık.
Hani hep şöyle bir kanı vardır. Tarihçiler insana tepeden bakarlar ve hep onlar konuşur, kendilerinin dinlenilmesini ister, onlara soru sorulmaz, sorulursa da adam gibi soru sorulmalıdır, her şeyi onlar bilir, sadece bilgi sunarlar, sunulan bilgilerin de doğru anlaşılmasını isterler, ancak onlar gülerse gülebilirsiniz.” Garip bir otorite yani.
Yalnız Mustafa ağabey, Mevlana’nın tarif ettiği bir tarihçiydi, “Şefkatte güneş, merhamette gece, ayıpları örtmede akarsu, cömertlikte ölü, öfkede toprak, tevazuda ve mahviyette ya olduğu gibi, ya da göründüğü gibi olan biriydi.”
Hastalığının iyici arttığı günlerde, yine Hasan ağabeyle sık sık ziyaretine giderdik, yürümekte zorlanmasına rağmen, İstanbul beyefendiliğinin ve İslâm nezaketinin gereği, acı da çekse zorlanarak ayağa kalkar, terliklerini giyer ve bizi kapıda karşılardı.
Belki abartı gibi gelecek ama yerinden kalkamaz hale geldiği günlerde, eğer gözleriyle kitap okuma imkanı bulduysa, kitabı yastığının üzerine koydurur ve didik didik araştırmasını yapardı. Kılı kırk yaran ve bir bulduğu belgeyle yetinmeyen, başka belgeler arayarak tarihin doğrusunu yazma gayretinden son nefesine kadar vazgeçmedi.
Tarih okunmadan, doğru tarih bilinmeden, bir millet ne geçmişini öğrenebilir ne de geleceğine doğru yön verebilir. Doğru tarih, milletlerin kaderlerindeki eksiklikleri ve fazlalıkları gösterme ve gelecekte nasıl bir strateji izlemeleri bakımından çok önemlidir.
Mustafa Müftüoğlu, tarihi doğru yazarak milletimize büyük hizmetlerde bulunmuş ve “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” diye de adeta yiğitçe meydan okumuştur. Kolay değildir, “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” demek, yiğitlik ve kendine güven ister.
Bu arada saygı değer eşi hanımefendiyi de anmadan geçmemek lazım. Mustafa ağabeye can yoldaşı olarak büyük emekleri olmuştur. Her ziyaretimizde Mustafa ağabey için nasıl çırpındığını gördükçe gözlerim yaşarırdı. Allah ondan da razı olsun.
Evet, tekrar rahmet dileklerimizle, Mustafa Ağabey başta olmak üzere yazıyı okuyan herkes, kendi yakınlarına da birer fatiha gönderirse maksat hasıl olmuş demektir. El fatiha.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.