Muhtıra verilen Baykal da olsa!..
Genel kanaat o ki; ABD yine geçirdi…
Neyi mi?..
Neyi olacak, çuvalı!..
Eee öyle.. İki ihtimal var:
Ya ABD “çekilmemizi” istediği için çekildik… Ya da; Kuzey Irak’ı kendi arzumuzla terk edeceğimizi görünce, “çekilmelerini ben emrettim” havasını verdi, namussuz Coni!.. Milli, daha doğrusu ulusal onurumuz açısından “ikinci ihtimal” daha az tahripkâr!..
Ne yapalım… Ona inanalım öyleyse!..
Yani; bu işlerde “ABD etkisinin” olmadığına inanalım, öylesine!..
•
Gamlanıp durmanın faydası yok…
“Şer gibi görünen de hayır!..”
Diyorum ki: AK Parti’ye yakınıyla-uzağıyla bir sürü sözde aydın ABD’ye fena halde bel bağlamıştı hani…
- PKK’yla mücadelemize destek verecekmiş…
- “Anlık istihbarat” sağlayacakmış!..
- ABD nihayet anlamış!..
- Hem zaten dünya değişmiş…
- Filan!..
Bunu, katıldığım bir televizyon programında çok bilmiş muhafazakâr avanaklardan biri öne sürmüştü resmen…
“Yakında İsrail’le ABD’nin oyununu görürsünüz” dediğimde ise gelişmeleri okuyamadığımı filan ima etmişti!..
Olan oldu: Bu çuval hadisesi, “ABD istihbaratı ve onayı ile yola çıkanın düşeceği vaziyeti” göstermedi mi hepimize!..
İşte ilk fayda: ABD’nin, daha doğrusu İsrail’in ipiyle kuyuya inilmeyeceğini gösteren milyon birinci misal!..
Peki… Bu son “çuval hadisesi”nin başka faydaları olmadı mı?..
Genelkurmay’ın CHP ve MHP ile “Kuzey Irak’tan kendi isteğimizle çekildik-çekilmedik” bağlamında karşı karşıya gelmiş olması, arzu edilmeyen bir durumsa da… Hepten faydasız değil!.. Bu vesileyle askerin sistem içindeki yerini daha geniş bir katılımla tartışabiliriz belki de…
Şöyle bir bakın; askerin bugüne kadar muhtıra vermediği, tepki göstermediği bir “GENEL BAŞKAN” var mı?..
Rahmetli Menderes, Rahmetsiz Demirel, Ecevit, Erbakan, Yazıcıoğlu, Güzel, Tibuk, çiller, Yılmaz, Erdoğan, şimdilerde Bahçeli ve Baykal…
Nedir bu Allah aşkına?!.. Askeriye, siyasilerin “had bildiricisi” midir?.. Yoksa; siyasi parti midir?.. Hayır; bu durumun enine boyuna değerlendirilmesi gerekiyor…
Deniz Baykal, 27 Nisan muhtırasına açıkça destek verdi, Ordu’yu siyasi kavgalarına alet etmeye çalıştı, kışkırttı, darbe tahrikçiliği yaptı…
Bunların hepsi gözümüzün önünde cereyan etti, tamam da… Bu durum, askerin bir Ana Muhalefet Lideri’nin tabiî sorgulamalarına “hakaretamiz ifadelerle” karşılık vermesine haklılık kazandırmıyor ki!..
Hayır!.. Asker’in siyasilere cevap yetiştirme gibi bir fonksiyonu, görevi yoktur…
Baykal’a bir cevap vermek gerekiyorsa; Milli Savunma Bakanı, bostan korkuluğu değil ya… O versin!..
Belki diyorum; son günlerdeki tartışmalar askerin sistem içindeki yerinin geniş bir katılımla ele alınmasına vesile olabilir… Asker; her canı istediğinde, hiçbir makamdan onay almaya ihtiyaç hissetmeksizin basın toplantısı düzenleyebilmeli mi?.. Uygun gördüğü her an, hükümeti ya da muhalefet partilerini hedef alan bir muhtıra verebilmeli mi?.. Bunları sağlıklı bir şekilde tartışmak mümkün olabilir belki de!..
•
Bu vesileyle, Savunma Sanayii alanındaki “bağımlılığımızın” yan etkileri üzerine de kafa yorabiliriz…
Hadi bakalım; tanklarımızı niçin üç milyon nüfuslu bir terörist devletçiğe yani İsrail’e tamir ettirmek mecburiyetinde kaldık?..
Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana geçen 85 yıllık süreçte Savunma Sanayii alanındaki bağımsızlığa niçin yeterince önem vermedik?..
Uzatalım mı.. 28 Şubat operasyonuna hedef olan Erbakan ne yapmak istemişti?.. Bu alandaki bağımlılığın azalması için ne gibi projeler ortaya koymuştu?.. Ve.. Koyduktan sonra, neler olmuştu?!
Bu, “çUVAL” gündemini bunları da tartışmanın vesilesi kılmak, fena mı olur?..
•
Bakın, bazı meselelerin sırf “güvenlik devleti” anlayışıyla çözüme kavuşturulamayacağını da kavramış olmuyor muyuz bu arada?..
Sistem, “yasaklayarak, vurarak, ezerek” halletmeye çalışacağına, vatandaşına biraz olsun “anlayışla” yaklaşsa… Biraz olsun “şüpheyi” değil de, “beyanı” esas alsa; bugünkünden kötü bir noktada mı olurduk acaba?..
Tartışalım…
Tartışalım, çok geç olmadan!..