Mekke fethinden günümüze ilhamlar
İslâmiyet putların yerine “Tevhid İnancı”nı yerleştirmek için gönderilmişti. Halbuki “Tevhid inancı”nın yeryüzündeki en muazzam âbidesi olan Kâbe, İslâm güneşinin doğuşundan yirmi yıl sonra bile putların işgali altındaydı. Kâbe’yi artık kurtarmak gerekiyordu...
Rasûl-i Âlişan Efendimiz (s.a.v), Hicretin sekizinci yılı, Ramazan’ın 10’uncu Pazartesi günü, (1 Ocak 630) Mekke’yi fethetmek amacıyla Medine’den yola çıktı... Yolda katılanlarla birlikte ordu mevcudu 12 bin olmuştu.
Mekke’ye bir konak (yaklaşık 16 km.) mesâfede bulunan “Merru’z-zahrân” denilen yerde karargâh kurdu...
Yollar iyice tutulduğu için, İslâm ordusu Merru’z-zahrân’a gelinceye kadar Mekkeliler hiç bir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını duyunca, ne yapacaklarını şaşırdılar...
Ebû Süfyân durumu anlamak, Müslümanlar hakkında bilgi edinmek için yanına bir kaç kişi alarak, Mekke’den ayrıldı.
Peygamber Efendimiz’in huzuruna girdiğinde, Efendimiz onu gülümseyerek karşıladı ve iltifat etti:
“Her kim Ebû Süfyân’ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerîf’e girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu Mekke ahalisine ilan edecektir...”
Ebu Süfyân kendisine gösterilen hüsnü kabulden o kadar etkilendi ki, hemen Kelime-i Şahadet getirip Müslüman oldu.
Mekke’ye döndüğünde dedi ki: “Muhammed (s.a.v), karşı koymamıza imkân olmayan bir ordu ile üzerimize geliyor.”
Ebu Süfyân’ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar... Her gün Müslümanlığın aleyhinde konuşan adama bir şeyler olmuştu!
Herkesi telâş sardı... Azılı kâfirler savunma hazırlığı için koştururken, Ebû Süfyân’a inananlar evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerîf’te ve Ebû Süfyân’ın evinde toplandılar... Artık Mekke fethe hazırdı...
Rasûlüllah Mekke’ye girmeden önce, “Zî Tuvâ” denilen yerde durdu... Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin şehre giriş noktalarını tâyin etti... Ve buyurdu ki: “Saldırıya uğramadıkça kan dökmeyin...”
Mekke’ye baktı: Doğduğu yerden ayrılmak zorunda kaldığı günün üzerinden sadece sekiz yıl geçmişti: Sekiz yılda hakikat yüreklere kök salmış, dirilmiş, yeşermişti. Başta İslâmın aleyhinde gibi gözüken tüm beşeri şartlar, sabır, sebat, sadakat ve bütün bunların temeli olan inanç sayesinde değişmişti...
Bir fatih azametinde görünmek istemeyen Resûl-i Âlişan Efendimiz, devesinin üstünde alabildiğine eğilmiş, için için bunları düşünüyor ve sessizce hamdediyordu...
Mekke kan dökülmeden fethedilmişti. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.) Artık sıra Kâbe’nin putlardan arındırılmasındaydı.
Rasûlüllah, Kâbe’ye gitti... Putları değneğinin ucuyla itekleyerek devirirken, “Hak geldi, bâtıl yok oldu, esasen bâtıl yok olmağa mahkûmdur” buyurdu. Sonra Kâbe’nin içini de putlardan temizledi.
Nihayet kapıya çıktı, eşikte durdu... Derin derin Mekkelilere baktı: Karşısında, yirmi yıl boyunca şahsına ve Müslümanlara zulmeden insanlar duruyordu. Hepsini bir emirle yok edebilirdi...
Sordu:
“Ey Kureyş! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı zannediyorsunuz?”
Mekkeliler bir ağızdan umutlarını seslendirdiler:
“Senden hayır (iyi şeyler) umuyoruz. Çünkü sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun.”
Rasûl-i Âlişan Efendimiz gülümsedi:
“Ben de size Yûsuf’un kardeşlerine söylediği gibi, ‘Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok’ (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz.”
Hepsini affetti... Halbuki bunlar Hz. Peygamber’e ve tüm inananlara yıllar boyu zulmetmiş insanlardı... En korkunç işkencelere tâbi tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlar, dinlerinden zorla döndürmeye çalışmışlardı...
Resûl-i Âlişan Efendimiz’in yerinde kendilerinden biri olsaydı intikam almaya kalkışırdı... Fakat o affediyor, üstelik de hepsini kendine “kardeş” yapıyordu...
Çünkü o bir peygamberdi...
O son peygamberdi.
Bu yüzden intikam almaya heveslenmedi...
Önemli olan intikam duygusuyla nefsi tatmin etmek değil, insan kazanmaktı: İnsan kin yoluyla değil, af ile, hoşgörü ile, sevgi ile kazanılır.
Peygamber Efendimiz’in Mekke fethinden sonraki davranışından ilham alarak daha bağışlayıcı, daha hoşgörülü olabilirsek, fetihten en büyük dersi çıkarmış, böylece hayatımızın en büyük inkılâbını gerçekleştirmiş olabiliriz.
Belki o zaman kendimizi fethetmiş sayılabiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.