Türkiye’de kadın olmak
Birkaç gün sonra kutlanacak olan “Dünya Kadınlar Günü” kocaman bir yalandır!
Bu dünyada özel günler ve “kadına saygı” nutukları eşliğinde kadın sömürülüyor!..
Kadın dövülüyor!..
Kadına kendi fıtratının dışında bir yaşam tarzı dayatılıyor!
“Ar” duygusu erkeklerden daha yoğun olmasına rağmen fuhşa zorlanıyor, podyuma sürülüyor, kumarhanede, meyhanede yararlanılıyor…
Kadın, “erkekler dünyası”nın dayatmaları yüzünden yaradılış hikmetinden kopup git gide daha çok “erkeksi”leşiyor!
üstelik hâlâ onun üstünden siyaset, onun üstünden ticaret, onun üstünden ideoloji yapılıyor, onun üstünden kavgalar ediliyor!
Ve kadın hâlâ dövülüyor maalesef!
Otuzlu yaşlarda bir karı-koca ziyaretime gelmişti. Kadının gözü mosmordu. Bunun nasıl olduğunu sordum. Erkek dürüstçe kendisinin yaptığını söyledi. Nedenini öğrenmek istediğimde ise aynen şöyle dedi: “Bazen hakkediyorlar!”
Buna kimin karar verdiğini sordum, kendisinin karar verdiğini söyledi. O zaman dedim ki:
“Verdiğin hukuki bir karardır, ama sen hukukçu değilsin. Kararın âdil değil, çünkü “tarafsız” değilsin. üstelik kendini hem polisin, hem savcının, hem hâkimin, hem de cellâdın yerine koymuş, karardan sonra bir de “infaz” etmişsin. Sence bu doğru bir şey mi?”
“Valla o akşam moralim bozuktu, bu da üzerime gelince olan oldu” dedi.
Erkeklerin sığınaklarından biri de budur: “İşler kötü, moralim bozuk...”
Bazı erkeklerin “moral”i ne kadar vahşidir, ne kadar vicdansızdır ki, ancak kadını dövünce düzeliyor? Erkeği dayağa teşvik eden şey sorunları kaba kuvvetle çözme meylidir! Erkeği kaba kuvvet kullanmaya meyilli olarak yetiştiren kişi ise, maalesef yine “kadın”dır! (Anne).
Bu durumda insan kimi suçlayacağını şaşırıyor. Zaten maksat suçlamak değil, sorunun varlığını kabul edip çözüm üretmek...
çünkü dayak konusu (Anadolu’yu birkaç kez adım adım dolaşmış bir aydın olarak söylüyorum) “sosyal facia” boyutlarındadır. “Facia” boyutlarında olmasına rağmen, kadınların yoğun olarak şikâyet etmemeleri sevgiyle erkeklerine bağlılıklarından değil, yeni dayaklar yeme korkusuyla koca evinden kovulma korkusudur. (Koca evinden kovulan kadını bazı bölgelerimizde baba evi kabul etmediği için, kadın mecburen geri dönüyor ve beter bir işkence ile karşılaşıyor)
Kadın, muhatap olduğu şiddeti karakola yansıtmıyor. (komşuların da genelde “kocandır sever de, döver de” yönünde telkinleri oluyor) Araştırmalara göre, şiddete uğrayan kadınların yüzde 47’si susuyor. Yüzde 41’i karakola gitmiyor. Bazıları sessizce intihara teşebbüs ediyor...
Dayak yiyen kadının yüzde 67’si ise şiddet zincirinin bir parçası olup çocuklarına şiddet uyguluyor. Anlayacağınız, gerçekten de bu ülkede “kadının adı yok!”
“Bu evde herkesin bir adı var, sadece benim adım yok” diyor Elif, mektubunda; “kuşumuzun, kedimizin bile isimleri var hatta, herkes onları isimleriyle çağırıyor, sadece beni hişt, kız, ufaklık, ya da baksana diye çağırıyorlar. Benden dört sene küçük erkek kardeşime hizmetçilik yapmamı bekliyorlar. Bizim evde olan hiçbir şeyden yalnızca benim haberim olmuyor. Kısacası Hocam, ben bu evde Türkiye’deki kadın kimliğinin yitikliğini temsil ediyorum.”
Hani “O kadar da uzun boylu değil” diyeceğim, ama uzun boylu işte! Baksanıza kadınımız hâkim, savcı, doktor, avukat, bürokrat, mühendis, hemşire, öğretmen, milletvekili, bakan olamıyor! üniversiteye girip okuyamıyor. (Türban, ya da vicdan sorunu).
Garip, ama Meclis Başkanı karısı, Başbakan karısı, bakan karısı, yüksek bürokrat karısı, subay karısı olmaları halinde hem kocaları, hem kendileri suçlanıyor!
Olabilirler de, şartları var: Ya başlarını örtmeyecekler, ya da hiçbir “kamusal alan”da ve resmi toplantıda kocalarının yanında görünmeyecekler!..
Bu durumda kocalar, kamusal alana girer girmez başlayacaklar “bekâr” numarası yapmaya... Aile içinde evli, kamusal alanda bekâr: Evli-bekar!
“Eşim benden bağımsız ve özgür bir kişiliktir, saçına başına karışamam” diyen gerçekten “modern” ve de “çağdaş” kocaların vay haline: “İrticaaa!..” yaygaraları eşliğinde o saat defterini dürerler!
Ne tuhaf: Güya kadının okumasını istiyorlar, ama okuldan kovuyorlar! Güya kadının özgürleşmesini savunuyorlar, ama “koca”ya “bağımlı” bir “kadın” kimliği oluşturmaya çalışıyorlar: Koca “aç” deyince açacak, “kapat” deyince kapatacak!
“Ağzını mı?”
Hayır, başını!
Kısacası, Türkiye’de kadın olmak zor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.