“Kim?” ve “niçin?”in cevaplarını yalnız din veri
Akıl-irâde ve şuûrla eşya karşısında takınılan tavır, “insan-hayvan” farkını verir. Hayvanlar, yaptıkları işlerin farkında, şuûrunda olmadıkları gibi; irâdeleri dahillerinde de değildir. Meselâ, arı ürettiği bal, inek verdiği süt; güneş saçtığı ısı ve ışık; toprak verdiği mahsülden bîhaberdir. Develer de san'at eserlerinden anlamaz. Bütün varlıkların özeliklerini kendisinde toplayan insana; onları geliştirip yansıtabilecek istidad, kâinatın ince sırlarını araştırıp çözebilecek akıl, eşyayı “ilâhî” perspektiften değerlendirebilecek göz; hâdiselerin perde arkasını anlayıp tartabilecek beyin, metafizik âlemin özellik ve güzelliklerini fark edecek duygu ve lâtifeler verilmiş. İnsanı hayvandan ayıran özelliklerden birisi, geçmiş ve gelecek ile ilgili olmasıdır. Diğeri, dahilî ve haricî şeylere taalluk eden idrakinin umûmi (genel) olması ve eşyayı keşif ve tertip edebilmesidir.1
Bir ölçme-değerlendirme âleti olan akıl, her şeyden üstün değildir. O bir uzuvdur. Nasıl insanın bacağı yürümeye yararsa, akıl ve beyin de biyolojik bilgisayar gibi hesap etmeye yarar.2 Meselâ, bir yere gidileceği zaman, akıl mesafeyi hesaplar, nasıl gidileceği hususundaki verileri ortaya koyar.
İnsan, aklıyla Allah’ı bulabilir. Ancak, “Kâinatın yaradılışının sırrı nedir? Sonu ne olacaktır? Evvelâ insanı bir kul olarak yaratıp, sonra sayısız ni’metler ihsan eden Kerîm-i Mutlak olan Allah’a nasıl teşekkür ile ibâdet edilecektir? Emir ve yasakları nelerdir? İtaat veya isyanın neticesinde ne elde edilecektir? Birbirimize karşı görev, mes’uliyet, haklarımız var mıdır?” gibi son derece hayatî mevzuları bilemez.
Sınırlı olan insan beyni, bu sınırsız soruları anlama kabiliyetinden yoksundur; başka bir ifâdeyle söylersek, sınırlı olan bir şey, sınırsız olan başka bir şeyi içine alamaz. Hattâ cevâbı olmayacak bir şeyin sorusu da anlamsızdır.3 Bunların cevabını, ancak din verir: “O, kendi emriyle kullarına, kullarından dilediğine meleklerini vahiyle indirir ve der ki: ‘Benden başka ilâh olmadığını ve Benim emirlerime karşı gelmekten sakınmalarını halka bildirip onları azabımdan sakındırın.”4 Bunâ binâen, “Aklın nûru fen; vicdânın ziyası din ilimleridir. İkisi birleştiğinde hakikat tecelli eder” 5 denmiştir.
İlim, fen ve felsefe de, kâinatın ve yaratılışın düğümünü çözmeye çalışır. E. Scrödinger’in ifâdesiyle, “İlmin insanlığa en büyük bağışı, ‘Bizler kimiz? Nereden geliyoruz ve nereye gideceğiz?’ gibi dehşetli soruların cevaplarını bulmak, ya da en azından akılları bu konuda rahatlatmak olacaktır.” Ancak ilim, İlâhî kudretin bediî san'at eseri olan kâinat, varlıklar ve hâdiselerin fizikî cephesinden bahsederek, “Nasıl?” sorusuna cevap arıyor. Halbuki, insanoğlu, hem kendisinin, hem kâinatın metafizik yönünü de merak edip öğrenme zorunluluğu hissetmektedir. Öncelikle, “Kim?” ve “Niçin?” sorularının cevaplarının peşindedir.
Peygamberimizin (asm), “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini bildir” şeklinde duâsı, bu sırra da bakmaktadır. Demek eşyanın, varlığın fizikötesi boyutlarını bize, din, peygamberler bildirecektir.
Zaten mezkûr sorulara, bugüne kadar dinler dışında tatminkâr cevaplar veren, yaratılış hikmetini açıklayan başka bir bilgi kaynağı çıkmamıştır. Din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değer kaynağıdır.6
Düz mantığımız bile kuru bir bilginin bütün problemleri çözmeye kifâyet etmeyeceğine işâret eder. Dolayısıyla, bilmenin bittiği yerde düşünme başlar. Düşünme bilmenin verilerinden başlayarak onu sonsuz mümkünler anlamına yaymak demektir... Fakat, süje (algılayan, idrak eden) ve obje (algılanan idrak edilen) ikiliğini âlem vasıtası ile aşamayız. Gazalî’nin ‘kalb gözü’, Pascal’ın ‘kalb mantığı’ ve ‘ince görüşü’, Bergson’un ‘sezgi’ dediği güçler, inanmanın şeffaflaştırdığı, keskinleştirdiği yeni görüş yollarıdır.7
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nûriye, s. 174.
2- Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Yeni Asya, 15.12.2001.
3- Prof. Dr. Sabri Özbaydar, İnsan Davranışının Sınırları ve Spor Psikolojisi, Altın Kitaplar Yay., 1983, s. 20-22.
4- Kur’ân, Nahl, 2.
5- Münâzarât, s. 127.
6- Prof. Dr. Hayri Bolay-Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Din Eğitimi Raporu, AMİHLÖMV Yay, Ankara, 1995, s. 3.
7- Hilmi Ziya Ülken, Felsefeye Giriş, Ank Ün. Basımevi, 1963, s. 50-51.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.