Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Dünya Kadınlar Günü kutlu olmasın!

Dünya Kadınlar Günü kutlu olmasın!

Birçok "gün" ve "yıl" Batı'dan ithal olduğu gibi, "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" de, Batı'dan ithal... Tıpkı "Sevgililer Günü" gibi, tıpkı "Anneler Günü" veya "Babalar Günü" gibi!.. Düşünebiliyor musunuz; tarihimizde veya sevgi dünyamızda "Leyla ile Mecnun" veya "Ferhat ile Şirin" ya da "Kerem ile Aslı" gibi "aşk sembolü" kahramanlarımız var ama biz tutuyoruz, "Papaz Valentin" adlı bir "Hıristiyan rahibi"nin doğum veya ölüm yıldönümünü "Sevgililer Günü" olarak kutluyoruz...
Aynı şekilde; "anne"lerin veya "baba"ların sokağa atıldığı Batı'dan ithal ettiğimiz "Anneler Günü" veya "Babalar Günü"nü kutluyoruz... Oysa, Batı'nın "insanî" olarak, Türkiye'ye verebileceği hiçbir şey yok!..
Ne demişler, "kel"in ilacı olsa kendi başına sürer!..
Batı da böyle... "İnsanlık" olsa, önce kendine kullanır...
Ama, şundan şüphe yok: Batı, bu "gün" ve "yıl"ları bir "tüketim nesnesi" olarak kullanıyor...
Sadece "gün" ve "yıl"ları değil, "kadın"ı da "tüketim ekonomisinin nesnesi" olarak görüyor!
KADIN, CİNSEL SöMüRü ARACI!
İşte, "araştırma"ların ortaya koyduğu sonuçlar:
Uluslararası Göç örgütü verilerine göre, her yıl 700 bin ile 2 milyon arasında kişinin, insan ticareti amacıyla uluslararası sınırlardan geçirildiğini söyleyen Doç.Dr. Cevdet Yılmaz, devam ediyor:
"Tahminlere göre, zorla çalıştırılmaya maruz bırakılan 12,3 milyon kişinin 2,5 milyonunu insan ticareti mağdurları oluşturmakta ve bu kişilerin yüzde 43'ü cinsel sömürü amaçlı kullanılmaktadır. Dünyada insan ticaretinden elde edilen gelir 32 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır. Bunun 28 milyar doları da cinsel sömürü ve fuhuştan elde edilmektedir. Bu rakam insan tacirlerinin ticaretini yaptıkları tek bir kişi üzerinden aylık 1100 dolar kazandıklarını göstermektedir."
Bu rakamların en çarpıcı olanı şu:
"Fuhuş sektörü"nde kullanılmak üzere, ülkeden ülkeye götürülen "her 3 kadından biri anne"ymiş, iyi mi?!?..
ŞİDDETE UĞRAYAN KADINLAR
"Dünyada" ve "Türkiye'de" kadınlarla ilgili çok daha çarpıcı rakamlar var.
İşte onlardan birkaçı:
- "Türkiye'de her 4 kadından biri, dünyada ise her 5 kadından biri şiddete maruz kalıyor."
- "Kadınların yüzde 75'i eşinden şiddet görüyor."
- "Cinayete kurban giden kadınların yüzde 40-70'i partneri tarafından öldürülüyor."
- "Her üç kadından en az biri, en az bir kere dayak yemekte, zorla seks yapmaya zorlanmakta ya da tacize uğramakta."
Evet, rakamlar böyle... Ancak, bu rakamların "ne kadar sağlıklı" olduğu tartışılır... çünkü efendim; "8 Mart" dolayısıyla "demeç verme kuyruğu"na giren uzmanlar "Türkiye'de her 4 kadından biri"nin şiddet gördüğünü beyan ederken, mesela Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, hangi araştırmaya dayanıyorsa, "her 3 kadından biri"nin şiddete uğradığını iddia etmektedir!..
Rakamların acaba "hangisi" doğrudur?..
Bu konuda "araştırma" yapan "uzman"ların rakamları mı, yoksa "üzerine vazife olmayan" konularda açıklama yapan Yargıtay Başkanı'nın rakamları mı?..
öyle ya;
"Dörtte bir" ile "üçte bir" arasında dağlar kadar fark var!
HAREKâTTA TU KAKA, KUTLAMADA BAŞTACI!
Ama, benim üzerinde durmak istediğim asıl mesele bu değil... Ben, "8 Mart" üzerinde durmak istiyorum...
Sahi, "Dünya Kadınlar Günü" olarak 8 Mart'ı kabul etmeye ve kutlamaya mecbur muyuz?..
Evet, mecbur muyuz "ABD'nin kuyruğu"na takılmaya?..
Şu işe bakın;
"Sınırötesi harekâta müdahale etti ve operasyonun erken bitmesine yol açtı" diye ABD'ye köpürüyor ve ağzımıza geleni söylüyoruz ama, "Dünya Kadınlar Günü"nün kutlanmasına gelince "ABD'nin kuyruğu"na takılmakta hiçbir sakınca görmüyoruz!..
Tıpkı, "Sevgililer Günü"nü kutlarken de, "Papaz Valentin"in şahsında "Hıristiyan Batı'nın kuyruğu"na yapıştığımız gibi!..
Herhalde biliyor olmalısınız;
"Kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olmak" yolunda verdiği "savaş"ın temsili başlangıcı, 8 Mart 1857 yılında ABD'nin New York kentinde başladı.
Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan "40 bin işçi"nin "insanlık dışı çalışma şartları"na ve "düşük ücret"e karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla "kanlı" bitti.
Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın, 129 işçi can verdi.
İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
Danimarka'nın Kopenhag kentinde 1910 yılında toplanan "2. Enternasyonal"e bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında hayatını kaybeden 129 kadın işçi anısına 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını teklif etti.
Kadınlar Günü teklifi, oybirliği ile kabul edildi.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı'nı ilan eden Birleşmiş Milletler, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın tüm kadınlar için "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Ne garip değil mi?..
Hemen her fırsatta meydanlara çıkan, mitingler düzenleyen ve kürsülerde "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağıran "çağdaş(!) Cumhuriyet Kadınları" bugün; 8 Mart'ı, yani "ABD merkezli" bir günü kutlayacak!..
Ehh, ne diyelim;
"Ne mutlu Türküm diyene!"
"Harekâtı kısa kestirmesi" yüzünden ABD'ye küfret ama, "ABD merkezli Kadınlar Günü"nü kutla!..
"Bu ne perhiz, bu ne turşu?.."
"Tutarlılık" bunun neresinde?..
NİYE 1843 DEĞİL DE 1857?
Oysa bizler, "Cennet, anaların ayakları altındadır" diyen ve "kız çocuklarının diri diri mezara gömülmesini meneden" bir dinin mensuplarıyız... Bizim, öyle bir "Peygamber"imiz var ki; bize "kadınların haklarını gözetmemizi", çünkü onların bize "Allah'ın emaneti" olduğunu bildirir...
"Dindar" bir erkek buna inanır ve "Allah'ın emaneti"ne en güzel şekliyle muamele eder... "Dindar" olmayan, "dini içselleştiremeyen" veya "dinin emirleri ile donanmayan" insanlar ise, işte onlar "kadına şiddet uygulayanlar"dır!..
Bu, böyledir de; "dindar olmayanlar" için de, 8 Mart bir "ölçü" değildir!..
çünkü, bu ülkede 8 Mart 1857'den tam 14 yıl önce "kutlanması gereken bir olay" cereyan etmiştir!..
Evet, "1843 yılı"nda!..
Eğer, 8 Mart; "kadınlarla erkeklerin eşit haklara sahip olma savaşı"nın bir sembolü ise, bu hakka sahip olmanın başlangıcı Amerika'daki "1857" değil, Osmanlı'daki "1843"tür!..
Zira;
Türk kadını, tarihte ilk defa 1843 yılında Tıbbiye Mektebi bünyesinde aldıkları "ebelik eğitimi" ile "sosyal hayat"ta yerlerini almaya başlamıştır!..
1847'de yayımlanan İrade-i Seniye ile Türk kadınlarına erkek çocuklarla eşit miras hakkı tanınırken, 1858'de yayımlanan Arazi Kanunnamesi ile de miras yoluyla mülkiyet hakkını elde etmiştir...
Yine 1858 yılında Kız Rüştiyeleri açılırken, kızların eğitimine yasal zorunluluk getiren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de 1869 yılında yayımlanmıştır!..
Görüyorsunuz ya;
Amerikalı kadın, "insanlık dışı şartlarda çalışmaya" zorlanırken, Türk kadını, onlardan 14 yıl önce "ebelik eğitimi"ne başlamış!..
O halde; niye 1857'deki olayı kutluyoruz da, 1843'ü esas almıyoruz?..
Ne yani; "kutlama" yapmak için; o günün illâ da "Batı'dan ithal" olması mı gerekir?..
Bu, "aşağılık kompleksi"nin bir göstergesi değil midir?
çAĞDAŞ CAHİLİYE LAİKLERİ!
Sadece "aşağılık kompleksi" de değil, ortada bir "yaman çelişki" var!..
"Kadınlar Günü"ne gelince; ABD'nin ve Batı'nın kuyruğuna takılıp kutluyoruz da; aynı ABD ve Batı'nın üniversitelerinde uygulanan "kıyafet özgürlüğü"nü görmek, her nedense işimize gelmiyor!..
Yani, "işimize, keyfimize gelen bir şey" olunca balıklama atlıyoruz da, "başörtüsüne serbestlik" gibi, işimize gelmeyen bir konuda, yorgunu yokuşa sürüyoruz!..
8 Mart, madem ki; "kadınlarla erkeklerin eşit haklara kavuşma kavgası"nın sembolüdür, o halde; "kadınların önüne, yine kadınlar tarafından konulan bu yasak" ne?..
Ne yani;
"Başı açık" olanlar "kadın"dır da, "başörtülü" olanlar kadın değil midir?..
Bu soruya cevap vermeden önce, buyrun Hindistan'a doğru uzanalım ve "kadın"la ilgili ilginç bir haber verelim...
Aşağıdaki haber, 4 Mart 2008 tarihinde saat 14.12'de Anadolu Ajansı'ndan geçmiştir:
"Hindistan hükümetinin, ülkede kız bebeklerin kürtajla aldırılmaması veya öldürülmemesi için aileleri teşvik etmek amacıyla milyonlarca dolar harcayacağı bildirildi.
Kadın ve çocuk Gelişimi Bakanı Renuka Chowdhury, yetkililerin 100 bin kız bebek için gelecek yıl 2.5 milyon dolar harcaması gerekeceğini belirtti.
Chowdhury, amaçlarının aileleri kız çocuklarına daha iyi davranması, onları yük olarak görmemesi ve eğitimlerini sağlaması yönünde teşvik etmek olduğunu açıkladı.
BM Nüfus Fonu’nun 2005 sonunda yayımladığı son raporunda, milyonlarca kız ceninin kürtajla alınmasının Hindistan'da nüfus oranlarında dengesizliğe yol açtığına dikkat çekildi.
İngiliz The Lancet dergisi önceki yıl, Hindistan'ın son 20 yılda muhtemelen 10 milyon kızı kaybettiğini açıklamıştı."
Lütfen dikkat... Şu "çağdaş(!) dünya"da, Hindistan gibi bir ülke, "Cahiliye Arapları"nın yaptığını yapıyor!..
İslâm'dan önceki "Cahiliye Arapları"nın, "kız çocuklarını diri diri mezara gömdüklerini" biliyorsunuz...
İslâm'ın, bu geleneğe son verdiğini de biliyorsunuz...
Ama, 1400 küsur yıl sonra bugün aynı geleneği Hindistan sürdürüyor...
Peki, Türkiye'nin sergilediği "istikbal cinayeti"nin, Hindistan'ın uyguladığı "kürtaj cinayeti"nden bir farkı var mı?..
Hindistan, kız ceninleri "ana rahminden koparıyor", Türkiye ise kız çocuklarını "okul"larından koparmakla, aynı cinayeti işliyor!..
İlginç olan şu ki;
"Başları örtülü" kız çocuklarının "istikbal"lerinin öldürüldüğü, "hunhar bir cinayet"in işlendiği Türkiye'de, hâlâ "Kadınlar Günü" kutlanıyor!..
Gelin, görün ki;
Yukarıdan beri saydığım sebep ve gerekçelerle, böyle bir günün varlığını asla kabul etmiyor ve hiçbir kadının 8 Mart'ını kutlamıyorum!..
çünkü kadın, bana göre "bir günün" değil, "her günün" süsüdür!..
--------
Atatürkçü değil, azgın laikçi!
Bugün “Kadınlar Günü” ya; biliyorum, birçokları “demeç ishali”ne yakalanıp; günün mânâ ve ehemmiyetini beyan eden laflar fışkırtacaklar!.. Meselâ, bazıları diyecek ki;
“29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı Türk kadınları için dönüm noktası oldu... Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 3 Mart 1924’te çıkarılmasıyla kızlar da erkeklerle eşit haklarla eğitim görmeye başladı.”
Doğru mu?.. Doğru... Bu hakları, Atatürk verdi... Peki, 2008 yılının “Atatürk Türkiye’si”nde, kadınların hepsi “kamusal alan”a girebiliyor mu?.. Hayır, “tesettürlü kızlar” giremiyor!..
Peki, Atatürk mü istedi bunu?.. Atatürk, “Başörtülüler üniversitelere giremez” mi dedi?.. Hayır, yok böyle bir şey!..
Tam aksine, Atatürk dedi ki;
“Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata hem de fazilete uygundur. Eğer kadınlarımız şer’in tavsiye ettiği ve dinin emrettiği kıyafetle, faziletin icap ettirdiği tavır-ı hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, içtimaiyyet hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en muteassıbı dahi takdirden men’i nefa edemez.”
O halde soralım; “Atatürkçüyüm” deyip, “Atatürk adına terör estirmeye” yeltenenler, acaba Atatürk’ten daha mı “çağdaş”, Atatürk’ten daha mı “Atatürkçü”dür?.. Yoksa, “azgın birer laikçi” midirler?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi