AK Parti'nin Şifreleri, Merkezi Siyaset ve Akıl Tutulması

AK Parti'nin Şifreleri, Merkezi Siyaset ve Akıl Tutulması

TOTALİTER saltanat kültürü ve bu kültürün zaruri sonucu olan ‘hikmet-i hükümet’ anlayışı, bütün dünyada ‘Mukaddes Devlet’ problemini ortaya çıkarmıştır. Aslında takdis edilen hukuk kurumu olan devlet değil, devleti yöneten kimselerdir. Siyasi ihtiraslarını bir silah gibi kullanan ve kitleleri peşinden sürükleyen devlet adamlarının; hem kendilerini, hem ülkelerini felâkete sürüklemeleri mümkündür. İktidarın teşekkülünü, denetlenmesini ve devredilmesini kurallara bağlayan demokrasi; son yıllarda her ideolojinin istismar edebildiği, populist bir siyasi rejim haline gelmiştir. Marksizm’i savunan aydınlara göre komünizm, gerçek bir halk demokrasisidir. Faşizm’in önde gelen teorisyenlerinden Giovanni Gentile’ye göre nasyonalizmin hedefi; teşkilatlandırılmış milletin üniter devletini kurmak ve gerçek demokrasiyi sağlamaktır. Günümüzde her politikacının, kendi dünya görüşüne göre bir demokrasi anlayışı vardır. Pragmatizm ideolojisi, bütün siyasi partilerin ortak değeri haline gelmiştir. Devleti yöneten kimselerin adaleti hafife almaları ve kendi ihtiraslarını ön plâna çıkarmaları, değişik musibetlere sebeb olabilir. Zalim politikanın, şüphelerin ve çirkin fiillerin yayılmasına vesile olduğunu söylemek mümkündür. Son yıllarda, aydınların dillerinden düşürmedikleri ‘derin devlet’ kavramı, kayıtdışı politikanın simgesi haline gelmiştir.

AK PARTİ’NİN ŞİFRELERİ
Türkiye’de ‘Susurluk kazası’ndan’ sonra; bazı sivil toplum örgütleri tarafından organize edilen ‘Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemi, derin devleti mahkum etmek için tasarlanan bir eylemdir. Bir ülkede korkuların, vehimlerin ve endişelerin salgın hastalık gibi yayılması ile bazı politikacıların ısrarla kullandıkları ‘Takiyye’ kavramı arasında zaruri bir münasebet vardır. Lügatta ‘itiyat, korku, ve gizlenme’ gibi manalara gelen Takiyye kavramı, insanoğlunun mecburiyet karşısında takındığı siyasi tavrı ifade eden bir kavramdır. Başta CHP’nin sözcüleri olmak üzere, medya aydınları ve jakoben laikliği münzel kitaba dayanan bir din gibi benimseyen bürokratlar, Türkiye’nin son altı yılına damgasını vuran AK Parti kadrosunu ‘Takiyye yapmakla’ suçlamaktadırlar. Onlara göre AK Parti’nin ‘gizli ajandası’ ve kendi aralarında kullandıkları şifreleri vardır. Bu iddianın, bazı korkulara ve vehimlere dayandığını söylemek mümkündür. Misak Dergisi’nde; AK Parti’nin kuruluşunu haber verirken, şu tesbiti ve yorumu ön plana çıkarmıştık: “Milli Görüş Hareketi değişime uğramış ve ikiye bölünmüştür. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Saadet Partisi, birbirinden farklı programa sahiptir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin muhafazakar bir proğrama haiz olduğunu ve liberal değerleri benimsediğini söylemek mümkündür. Genel Başkan Tayip Erdoğan “Bütün Türkiye’yi kucakladıklarını ve merkeze talip olduklarını’ ifade etmektedir” (Misak Dergisi- Eylül: 2001 Sayı: 130 Sh:6) Bir tebitin doğru veya yanlış olduğu, zaman içinde ortaya çıkabilir. 2002 yılında yapılan genel seçimlerden sonra AK Parti Genel Başkanı R. Tayip Erdoğan “Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve muhafazakar demokrat kimliği benimsediklerini’ ifade ederek, yaptığımız tesbiti doğrulamıştır.
Genel seçimlerden sonra “Muhafazakar Demokrat” kimliği benimsediğini ilan eden Ak Parti’nin sözcüleri, her fırsatta ‘Biz etnik, dini ve bölgesel milliyetçiliğe karşıyız’ diyerek, farklı bir siyaset tarzını benimsediklerini ifade etmişlerdir. Kuruluş beyannamesinde, Temel Hak ve Hürriyetlerde gerçekçi olunmasını esas alan AK Parti proğramında; laiklik ideolojisini ‘Devletin, bütün dinlere ve farklı inançlara karşı eşit mesafede durması, asla keyfi müdahalelerde bulunmaması’ şeklinde anladıklarını ifade etmiştir. Bilindiği gibi anglo-sakson siyasetin hakim olduğu ülkelerdeki laiklik anlayışı ‘Dini inançların, devlet adamlarının tasallutundan kurtarılmasını’ esas aldığı için, kıta Avrupası’nda benimsenen laiklik anlayışından farklıdır. Merkezi siyaseti şekillendiren sivil ve asker bürokratların dünya görüşü ile Ak Parti’nin “muhafazakar demokrat” siyaseti arasında, önemli farkların bulunduğunu söylemek mümkündür.

MERKEZİ SİYASETİN KRONİK HASTALIKLARI
Türkiye’de merkezi siyasetin kronik hale gelen ve Anayasa’nın ‘değiştirilemez, hatta değiştirilmesi dahi teklif edilemez’ maddeleri arasında yer alan jakoben laiklik anlayışının ön plânda olduğu malûmdur. Bu tercih, tedavisi mümkün olmayan hastalıkların kaynağı haline gelmiştir. Devlet hazinesinden beslenen ve MGK’nın hazırladığı siyaset belgesine göre faaliyet gösteren siyasi partiler, adeta birer ‘Kamu Kuruluşu’ (KİT) haline gelmişlerdir. Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olan sivil ve asker bürokratlar; halkın inançlarını ve tercihlerini dikkate almadan, sanal bir merkezi siyaset teorisini ön plana çıkarmışlardır. Aydınlanma felsefesini, pozitivizmi ve jakoben laikliği savunan bu bürokratlar, kendilerini ‘ilerici’, dindar olan insanları ‘gerici’ ilan ederek, siyaset yaptıklarını zannetmektedirler. MGK’nın 28 Şubat 1997 tarihli toplantısında alınan kararlar; merkezi siyasetin “Toplum Mühendisleri’ tarafından yeniden dizayn edilmesini ön plana çıkarmıştır. Devlet eliyle sürdürülen ve kontrol edilen din eğitiminin (İmam-Hatip Liseleri, Kur’an Kursları vs.) zaafa uğratılması, yeşil sermayenin kontrol altına alınması, dindar insanlar tarafından kurulan vakıf, dernek ve medya kuruluşlarının tasfiyesi gibi projeler, AK Parti’nin iktidara gelmesini kolaylaştırmıştır.
MGK’nın ‘emir-komuta’ zincirinde görev alan sivil ve asker bürokratların; saltanat kültürünün ürünü olan ‘hikmet-i hükümet’ anlayışını yeniden yorumladıklarını, kendi dünya görüşlerini tartışılması mümkün olmayan bir ideoloji haline getirdiklerini söylemek mümkündür. Din adamlarını ‘Devlet Memuru’, ibadethaneleri ‘Devlet Dairesi’ haline getiren bizantizm tatbikatını; laiklik adına savunan medya aydınları, geçtiğimiz ay “Rejim tehlikede!,,Laiklik elden gidiyor” yaygaralarını ön plana çıkarmışlardır. Merkezi siyasetin, farklı bir yönetici sınıfı ortaya çıkardığını gizlemek mümkün değildir. The New York Times Gazetesi’nin muhabirlerinden Sabrina Tavemise, bu gerçeği görmüş ve şu tesbitte bulunmuştur:” Bir zamanlar toplumdan dışlanan dindar Türkler, eğitim seviyelerini artırarak, orta sınıfın temsilcileri haline gelmişlerdir. Eskiden tamamen seçkinlerin tekelinde olan kent yaşamında, dindarların önemli makamlara geldikleri görülmektedir. Başörtüsü yasağının kaldırılması meselesi, bu iki sınıfı yeniden karşı-karşıya getirmiştir. Türkiye’de İslam’ın etkisinin artması, sınıf mücadelesine ilişkin korkuları da açığa çıkartmaktadır. Türkiye’de tartışmalar İslam’ın toplumdaki rolü konusunda odaklansa da, iki grup arasındaki gerginliğin temelinde pek konuşulmayan bir iktidar mücadelesi dikkati çekmektedir”
Türkiye’de “Laiklik-Şeriat-İrtica” gibi; keyfiyeti herkese göre değişebilen kavramları kullanan ve keyiflerini kanun haline getirmek isteyen zinde güçler, Ak Parti iktidarını ‘çoğunluğun zorbalığını’ ön plâna çıkarmakla suçlamaktadırlar. AB Konseyi üyesi olan ve üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan yegane ülkenin Türkiye olduğu gerçeğini gizleyen zinde güçlerin, kendi laiklik anlayışlarını ‘münzel kitaba dayanan bir din gibi’ dayatmaktan zevk aldıklarını söylemek mümkündür. Bazı emekli askerler ve sivil bürokratlar; cumhuriyet panellerinde ‘Hukukun dışına çıkılacak günler geliyor. Her aydın askerlik şubesine gitmeli ve bu mücadelede yerini alacağını taahhüt etmelidir’ diyerek, aba altından sopa göstermektedirler.

JAKOBEN LAİKLİĞİN NETİCESİ: AKIL TUTULMASI
Devlet adamlarına, kanunları hazırlarken ‘aklı ve bilimi esas almalarını, herhangi bir dinin hükmüne (nass) bağlanmamalarını’ tavsiye eden ideolojiye laiklik denilir. Ruhban sınıfına karşı mücadele veren burjuva filozoflarının, laikliği ‘akıl devletinin olmazsa olmaz şartları’ arasında saydıkları malumdur. Peki akıl nedir? Madde açısından mücerred, tedbir ve tasarruf açısından bedenle münasebeti bulunan akıl, mükemmel bir cevherdir. İmam Seyyid Şerif Cürcâni “Kitabû’t Târifat” isimli eserinde, aklın keyfiyeti ile ilgili olarak şu tesbitlerde bulunmuştur: “Akıl insanı, doğru yoldan sapmaktan alıkoyan manevi bir kuvvettir. Akıl, kendisiyle eşyanın hakikatleri bilinen ve anlaşılan şeydir. Akıl, gaib olanları vasıtalarla ve mahsus olanları da müşahedeler ile idrak eden soyut bir cevherdir.”
Akıl emniyeti, düşünce-ifade hürriyeti ve hikmet arasında, zaruri bir münasebet vardır. Günümüzde aklın, beynin bir fonksiyonu gibi ele alındığını ve zekâ unsurunun bir parçası gibi değerlendirildiğini söylemek mümkündür. Buna mukabil bazı islâm âlimleri aklı: “Kalpte bulunan hak ve batılı ayırt etmede vasıta olan bir nurdur” şeklinde tarif etmişlerdir. İnsanın yaptığı işlerden sorumlu tutulması, akli melekelerinin sıhhatli olmasına bağlıdır. Her insan, yaratılış itibariyle ortalama bir akla sahiptir. Bunun zaruri sonucu şudur: her insanın düşünme, tezekkür etme ve tedbir alma imkanı vardır. Ancak insanlar içerisinde bazılarının akıllı, bazılarının ise daha az akıllı olduğu söylenir. Bu onların akıl seviyelerinin farklı olduğunu değil, akıllarını kullanma usûllerinin birbirinden farklı olduğunu gösterir.
Akıllı insanların en önemli vasıfları, hevâlarını kontrol altına almaları ve kendilerine verilen tefekkür (düşünme) kabiliyetini iyi kullanmalarıdır. Bu vasfa haiz olan insanlar, akıllarını, duygularına ve hislerine göre kullanmazlar. Onlar için saf bilgi ve ilim, duygusal tesbitlere mahkûm edilmeyecek derecede önemlidir. Her zaman duygularının ve hislerinin tesirinde kalmamak için azami gayret sarf ederler. İçinde duygu ve hislerin karıştığı tüm bilgilere şüphe ile yaklaşırlar. Akıllı insanlar için, gelişi güzel davranışların ve plansız hareketlerin hiçbir önemi yoktur. Gerçekleşmesi mümkün olmayan işlerle uğraşmazlar.
Devlet yönetimi için aklın gerekli ve yeterli olduğunu esas alan laiklik ideolojisi, Türkiye’de ‘akıl tutulmasına’ sebeb olmuştur. Geçtiğimiz ay yaşanan tartışmalar, (Türban yasağı ile ilgili yorumlar, Genel Kurmay Başkanlığı ile CHP ve MHP arasında yaşanan internet muhtıraları vs) bunun en güzel delilidir. Başta 27 Mayıs 1960 ihtilâli olmak üzere; bütün askeri müdahalelerin ve muhtıraların “belirleyici unsuru” haline getirilen ve Türkiye’ye mahsus olduğu iddia edilen laiklik tatbikatı, siyasi rejimin ve sosyal sistemin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Selim akıl sahibi olan insanların bu hakikati görmemeleri mümkün müdür?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi