Buyurun CHP demokrasisine
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, ama dededen kalma CHP’li yazarlarımızın aklına geldi: “Milli irade demokrasiye karşıdır” (19 Ocak tarihli Hürriyet’te Özdemir İnce’nin yazısı) diyerek, işi kökünden çözdüler…
Siz istediğiniz kadar “Demokrasinin özü milli iradedir” deyiniz, fark etmez; bildiklerini okumaya devam ederler…
Koro (bir sürü gazete, yazar, televizyon, radyo, haberci, yorumcu) halinde bunu yaptıkları için de sesinizi duyuramazsınız.
“Milli irade demokrasiye nasıl karşı olur?” diye sormayın isterseniz…
Başka çareleri yok. Zira ilk özgür seçimlerde (14 Mayıs 1950) milli irade tarafından alaşağı edilen bu zihniyet, ondan sonra yapılan tüm özgür seçimleri de kaybedip iktidarsızlığa mahkûm oldu…
Bölük-pörçük iktidarları ise, ya darbe ile sağlandı, ya da koalisyonlarla…
Bu yüzden bir zamanlar millete “nankör millet” bile demişlerdi… Bunun ters teptiğini, beter oy kaybettirdiğini görünce, aynı şeyi daha dolambaçlı ifade etmeye başladılar: “Millet demokrat değil…”
Yani?.. “CHP zihniyetini bu yüzden iktidara getirmiyor!”
Başka?.. “CHP dışında kim iktidara gelirse gelsin, antidemokratiktir!”
“Tut kelin perçeminden!” Yahu, CHP ne zaman demokrat oldu, Allah’ınızı severseniz?..
Eskisinde baskı, şiddet, müdahale; yenisinde (şimdiki CHP) “askercilik”, “Ergenekonculuk”, “ırkçılık”… Yetmez gibi, hukuku baskı altına alma amacı güden siyasi demeçler…
Bunlar mı “demokrasi”?
Mazisinde, tıpkı İtalya’nın faşist diktatörü Mussolini’nin “Duçe” unvanı gibi, Almanya’daki nazizmin önderi Hitler’in “Führer” unvanı (bu unvanlar aşağı yukarı “şef” anlamına geliyor) gibi, “Milli Şef” unvanlı İsmet Paşa bulunan bir partinin demokratlığından ne olur?
CHP’nin geçmişinde yalnızca kıtlık, karne, yokluk ve yoksulluk yoktur, aynı zamanda baskı, şiddet, zulüm de vadır.
Biraz kafaları bassa, başarısızlık, beceriksizlik ve baskı numunesi olarak tarihe geçen “Milli Şef” dönemini savunmaktan vazgeçerlerdi.
Dedim ya, işi çözmüşler: Halkı devre dışı bırakıyorlar!
Buna da “demokrasi” diyorlar: “CHP demokrasisi”…
“Böyle bir şeyin uygulaması var mı?” diye sorarsanız, var: 1950 öncesinin CHP iktidarı, “CHP demokrasisi”ne tam bir örnektir. Formül: Parti=devlet” formülüdür.
İktidarda tek parti… Partinin başında “Milli Şef”… Valiler iktidar partisinin İl başkanı, kaymakamlar ilçe başkanı… Devlet “Parti devleti”, memur “parti memuru”, jandarma “parti jandarması”, polis “parti polisi”…
En vahimi ise partinin adaleti de kontrol etmesi… Tabii astığı astık, kestiği kestik!
Parti, tek sesliliği (sadece CHP önderlerinin sesi çıkabilir) memlekete hâkim kılmak için kanun üstüne kanun çıkarıyor. Bu sayede ortalık sütliman… Her şeyi parti kontrol ediyor… Tabiatıyla müthiş bir baskı, şiddet ve müdahalecilik var. Partinin kolu medyadan, üniversiteye kadar uzanıyor. O kadar ki, Mevhibe Hanım’ın (İsmet Paşa’nın rahmetli eşi) fotoğrafı birinci sayfa yerine üçüncü sayfaya basıldığı için gazeteler kapatılıyor (Ziyad Ebuzziya’nın hatıralarından)…
İngiltere Kralı Edward’ın Türkiye’ye gelişi öncesinde, “olay çıkarabilirler” denilerek, tanınan tüm solcu önderler, gerekçe gösterilmeksizin gözaltına alınıyor (aynı hatırat)…
17 Mayıs 1942 tarihinde, Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü İç Matbuat Dairesi tarafından, gazetelere şu mealde bir “genelge” gönderiliyor:
“Her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak, dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”
24 Temmuz 1945 tarihinde gönderilen genelgede ise şu talimat geçiliyor:
“Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bazı yazı, mütalaa, ima ve temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihi, gerek temsili ve gerekse mütalaa kabilinden olan her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikanın neşrinden tevakki edilmesi ve başlamış bu kabil tefrikaların en geç on gün içinde nihayetlendirilmesi ehemmiyetle rica olunur.” (İmza: Matbuat Umum Müdürü Namına İzzettin Tuğrul Nişbay).
Bir de gelin, 30 Kânunuevvel 1928 tarihli Vakit Gazetesi’nde yayınlanan habere bir göz atın:
“Müessesatı Diniyye Müdürlüğünce İstanbul'da cemaatsiz camilerden 90 tanesi sedd edilecektir… (kapatılacaktır)
“Ekserisi İstanbul cihetinde bulunup sedd edileceği ilân olunan camilerin kayyumları (imam ve müezzinler) başka camilerde vuku bulan münhallere (açık kadrolara) tayin edilecek, böylece kayyumsuz kalacak camiler seddedilerek (kapatılarak) satılığa çıkarılacaktır.”
Camiler satılıyor, kimisi kereste deposu olarak kiralanıyor, kimisi de CHP’nin il ya da ilçe merkezine dönüştürülüyor. Yıkıma bırakılanlar apayrı bir acı!
Halk kendi ürettiği tütünü içme, sahilden birkaç balık tutma, başına yün başlık giyme “suçları”ından karakollara çekilip dövülüyor…
Birkaç “hoca”nın şapkaya direnmesi bahanesiyle Trabzon’un Of ilçesi bombalanıyor.
Sultan Ahmed Camii’nin “Resim-Heykel Müzesi” olarak kullanılmasının yanı sıra, camilere sıra konulması, ayakkabılarla girilmesi ve kiliselerde olduğu gibi “sıralara oturularak tapınılması” (ibadet) tartışılıyor…
Camiler basılıyor, Müslüman çocuklara Müslümanlık öğretmeye çalışma “suç”undan imamlar tartaklanıyor…
Köylüler hiçbir bedel ödenmeden devlet yolu yapımında çalıştırılıyor. Buna rağmen vergi borcunu ödeyemeyen fakirlerin malına-mülküne el konuluyor…
Ve kimse gıkını çıkaramıyor. Zira darağaçları göz kırpıyor.
Gördünüz mü, halksız Halk Partisi’nin “demokratik” uygulamalarını?
Çiftetelli Medyası (İkitelli semtinde konuşlanmalarından dolayı böyle diyorum) kalemşorlarının özlemi tam da bu türden bir “demokrasi”dir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.