Yargıdan direnç, Başsavcı’nın yakınlarından “mesaj!..”
AK Parti, “Referandum süresi”ni 120 günden 45 güne indirmeye davranınca...
Yargıdan yine “direnç” geldi...
Yüksek Seçim Kurulu, 45 günlük süreyi yeterli bulmadı.
Ve referandum için sürenin 60 gün olmasını istedi!..
Meclis Anayasa Komisyonu da ne yapsın; buna uymak durumunda kaldı.
Süre, yargının “uygun gördüğü” üzere;
60 gün!..
•
Yargınınki bir tavır...
Anayasa değişikliklerine “karşı” bir tavır!..
Zira;
Yüksek Seçim Kurulu için 45 değil, 30 gün yeterdi...
Ve hatta biraz da artardı.
Dün AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’a misafir olduk...
Elitaş’ın ve benim üzerinde durduğumuz iki misal, “yargıdaki dirence” işaret etmekte.
Mustafa Elitaş’ın örneği; 22 Temmuz seçimlerinden...
Diyor ki;
“Vekil listeleri 20 Haziran’da kesinleşmişti. Yani, Resmi Gazete’de yayınlanmış, radyodan okunmuştu. Yüksek Seçim Kurulu, 22 Temmuz’a kadar geçen 32 günlük süre içinde, oy pusulalarını bastı, dağıttı, sandık kurullarını oluşturdu. Bu bir seçimdi. Oysa burada söz konusu olan, referandum.
Bir ‘evet’ var, bir de ‘hayır’.
Yüksek Seçim Kurulu için 45 günlük sürenin yeterli olmayacağını düşünmek zor.”
•
Anayasa değişikliklerine ilişkin referandumla genel seçimi kıyaslamak doğru olmayabilir.
Referandumla referandumu kıyaslamak gerekirse;
Hani meşhur “yes”, “no” oylaması vardı.
Güneş Taner’in “No” kampanyasının başını çektiği referandum...
Darbe döneminden kalma siyasi yasakların kalkıp kalkmayacağının belirleneceği referandumda, iş 40 günde bitmişti.
Yirmi küsur yıl öncesinden bahsediyorum; o zamanın teknolojisiyle oluyor da, bugünün teknolojisi ile olmuyor mu?..
•
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ile, dünkü “oturum”un ardından görüştüm.
Yüksek Seçim Kurulu’nun, sürenin 45 değil de 60 gün olması yönündeki değerlendirmesine “uyum sağladıklarını” söyledi.
“Mutabakat” açısından önemli bir adım.
AK Parti “dirence” dirençle değil de, “makul”le karşılık vermeye çalışıyor.
KAPATMA DAVASI!..
Evet, bir direnç var...
Dahasını ifade edeyim;
Benim Sayın Abdurrahman Yalçınkaya’nın sülâlesi ile ne kadar samimi olduğum bilinir!..
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurrahman Yalçınkaya’nın yakın akrabalarıyla çok iyi ilişkiler içinde olduğu söylenemezse de... Et tırnaktan ayrılmıyor...
Yine takip edenlerimiz bilir; Yalçınkaya’nın yakınlarının büyük bir bölümü ya AK Parti’ye oy verir, ya da Saadet’e!..
Geçtiğimiz günlerde arayan AK Partili bir yakınıydı...
Aralarında ikinci dereceden yakınlık var.
AK Parti hakkında kapatma davası açılmadan bir hafta kadar önce, Abdurrahman Yalçınkaya’nın “hazırlık içinde” olduğunu öğrenmiş bu güzel insan.
Bunu etrafına da söylemiş...
Şimdi de diyor ki;
“Abdurrahman (kendisi böyle hitap ediyor), yine hazırlık içinde. Davayı çok kısa süre içinde açacak gibi görünmüyor ama yine de bir hazırlığı var!.. Hazırlığı, ‘dinleme’, ‘yargıya baskı’ tartışmalarına dair!.. Bizimkilerin (AK Partililerin) bir an evvel bu işi bitirmeleri lazım. Parti kapatmayı zorlaştıran düzenlemeyi bir an evvel geçirmeleri lazım. Referandumsa referandum... Hazırlık çok ciddi...”
•
Bu duyumu, Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu ile paylaştım...
“Eğer dinleme tartışmasından hareket edeceklerse, bu işle bizim uzaktan yakından alâkamız yok, dinleyen yargı, dinleten yargı...
Sayın Başbakan dinleniyor, Anayasa Komisyonu Başkanı dinleniyor... Bu dinleme işinde mağduriyet varsa, mağdur biziz. Bizimle uzaktan yakından alakalı olmayan uygulamalardan dolayı bir mağduriyet daha mı yaşayacağız” diyor.
•
Olabilir... Burası Türkiye;
“İsmini saklı tutmamı” rica eden bir başka AK Parti önde geleni;
“Bize dava açmak için ille de geçerli bir gerekçe bulmalarına gerek yok” dedi...
“Hava alma biçimimizi beğenmedikleri için dava açabilirler!.. 10. ve 42. madde (Üniversitede başörtüsüne serbesti) düzenlemesini, Anayasa’nın ilk üç maddesi ile ilişkilendiren anlayış için yapılmayacak yoktur!..”
•
Evet, hâl böyle...
AK Parti’nin iş işten geçmeden işi bitirmesi gerekiyor...
“Siyasi partiler, ancak şiddet, terör ve ırkçılığa başvurmaları, yurtdışından para almaları, tüzük ve programlarının Anayasa’ya, yasalara aykırı olması” halinde kapatılabilmeli...
Bu da yetmez;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın elinden “aklına her estiğinde” dava açabilme “lüksü” alınmalı...
En küçük bir memuru bile izin almaksızın yargılayamıyorsun ama koca siyasi partiler hakkında “şaaak” diye kapatma davası açabiliyor, bir dolu siyasiye de “yasak” getirebiliyorsun...
Bu olmaz... Olmamalı...
Türkiye’nin bir kapatma davasını daha kaldırıp kaldıramayacağı belirsiz!..
Yeni bir “maceraya” fırsat verilmemeli!..