İslam Alimleri ve Sistem İlişkileri II
İslam alimlerinin idareden bağımsız çalışmalarının bizim için ilk örneklerinden birisi, şüphesiz ki İslam hukukunun en büyük temsilcilerinden biri olan müctehid imamımız Ebu Hanife’dir.
Yönetimin gayr-ı meşru bir biçimde Emeviler’e geçmesinden, hilafetin saltanata dönüşmesinden ve art arda gelen zalimane uygulamalardan sonra İmam, tamamen yönetimden bağımsız bir hareket başlattı. Yönetimin her türlü yönlendirmesinden uzak bir hareket...
Ancak O’nun vefatından sonra en büyük talebesi, Hanefi mezhebinin ikinci müctehidi Ebu Yusuf, onun istemediği ve bu yüzden kırbaçlandığı, hatta zindana atıldığı, belki de ölümüne sebep olan ülkenin baş kadılığı memuriyetini, bu günün ifadesiyle bir yerde “Adalet Bakanlığı”nı kabul etmiş ve bir kısım hizmetlerde bulunmuştur.
Bu da ayrıca düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Anlaşılan sosyal olaylarda bazen doğru tek olmayabiliyor. En doğru ise her zaman tartışma götürür…
Bu değerlendirmeyi sanırım ilk yapan da Ebu Yusuf’tur. “İmam Azam’ın bir numaralı talebesi İmam Ebu Yusuf’a sormuşlar:
- Hocanın ölümü pahasına kabul etmemekte sonuna kadar direnip can verdiği baş yargıçlık görevini sen niçin kabul ettin? diye.
Cevabı şöyle olmuş:
- Hocam, görevi kendisi kabul etmediğinde, o göreve getirilecek olanların yine ehliyet ve liyakat sahibi kimseler olduğundan emindi. Fakat benim zamanıma gelince iş tamamen değişti. Eğer bu görevi ben kabul etmeseydim, ilmin namusunu satacak olan şarlatanlar sırada bekliyordu.
Bu gün ne Ebu Hanife gibi, Emevi iktidarının zulümlerini kendi varlığıyla meşrulaştırmamak için, Emevi Valisi İbn Hübeyre’nin dayanılmaz tehditlerine karşı “Vallahi, eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı istese, şu ırmakta boğulmaya razı olurum da ona dahi razı olmam” diyecek kadar yiğit hocaefendiler, ne de Ebu Yusuf gibi kendisini adalet bakanlığına veya baş yargıçlığa taşıyan iktidarın zirvesinde oturan Ebu Cafer Mansur’un aleyhine birkaç kez hüküm verecek kadar cesur ve adil talebe efendiler var.
Bugün Müslümanlar, destekledikleri siyasilerden bir İslam Devleti beklemeyecek kadar gerçekçidirler. Onların beklentisi, kendilerini temsil iddiasıyla ortaya çıkanların, temsil ettikleri kitlelerin boyunlarını bükecek, onurlarını iki paralık edecek tavırlardan uzak durmaları ve ülkede herkese verilen haklardan, hukukun üstünlüğü, adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı olarak Müslümanların mahrum edilmesine mani olmalarıdır.
Allah bilir ya, bu konuda “ille de şu faydalı olur” diye bir hüküm vermek ve “metot kavgası”na düşmekten daha çok, bulunduğumuz yerdeki elde olan tüm imkanları İslam için değerlendirmeyi düşünmek daha yararlı olacaktır.
Ancak eğer devlet memuru olunacaksa, “onun getirdiği olumsuzlukları iyi bilmek ve karşı tedbirlerini almak kayıt ve şartıyla” demekten de kendimizi alamıyoruz onca tecrübeden sonra.
Çünkü bu sistemin insanları nasıl önce değiştirerek uyuttuğunu ve ardından da yuttuğunu maalesef yaşayarak çok gördük, hala da görüyoruz...
www.cemalnar.com