Kimde ne var, kimde ne yok, bilinmez...
Bugün, Osmanlı Devleti’nin adaletli padişahlarından 4. Murad zamanında yaşanmış bir olayı aktarayım sizlere..
O devirde Habib Baba denilen bir Allah dostu varmış.. Hani Halik-i Zülcelâl’in dünyanın her bölgesine ve her zaman dilimine serpiştirdiği veli kullar var ya, işte Habib Baba da onlardan bir tanesi..
Allah’ın verdiğine hamd eden, yollarda yürürken bile zikirle meşgul olan sevgili kullardandır bu ak sakallı ihtiyar.. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir.. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir..
Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda Erzurum’dan İstanbul’a gelir.. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamam arar.. Niyeti, iyice bir keselenip, paklanmaktır.. Bir başka ifadeyle bedenini de ruhuna denk kılmaktır..
Yolu Fatih’e düşer.. Çarşamba’da “Mehmetağa” hamamına girer.. Fakat hamamcı Habib Baba’yı içeri sokmak istemez..
Gerekçesini de şu sözlerle ifade eder; “Kusura kalma baba, bugün Sultan Murad Han’ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz”..
Habib Baba bu söze üzülür.. Rica minnet, hamamcıya adeta yalvarır.. “Ne olursun evlâdım kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.. Allah için beni hamama kabul et”..
Hamamcı insaf ehli birisidir.. Habib Baba’nın yalvarır şeklindeki ricasına dayanamaz ve ihtiyarı kabul eder.. Habib Babaya hamamın en sonundaki odayı göstererek; “Bak baba, şu odada hızla yıkanıp çık, senden para da istemem!.. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.. Ben rahatsız olurum sonra” der!..
Bunun üzerine Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer.. Başlar yıkanmaya.. Habib Baba yıkanadursun, hamamcının karşısında bu defa başka bir müşteri belirir.. Gelen kişi, boylu boslu, genç ve yakışıklı biridir.. Ancak onun da görünümü fakirdir.. Ama sadece görünüşüdür fakir olan!.. Zira bu gelen tebdil-i kıyafet eylemiş cihan padişahı 4. Murad’dan başkası değildir..
O gün vezirlerinin topluca “hamam alemi” yapacaklarından haberdar olan Sultan 4. Murad bizzat baskın için gelmiştir..
Vezirlerinin hamam sefası, merakına da mucip olmuştur.. “Hele bir bakalım, bizim vezirler hamamda ne yaparlar, nasıl eğlenirler” diyerek ve de kıyafet değiştirterek, soluğu hamamda almıştır..
Fakat az önce Habib Baba’nın yaşadığı sahne bir kere daha tekrarlanır.. Hamamcı vezirleri bahane ederek fukara kılıklı genç bir adam kılığındaki cihan padişahını hamama sokmak istemez.. Padişah ise, “ne olursun hamamcı, gireyim, yıkanıp paklanayım” dese de, hamamcı Nuh der, Peygamber demez!.. Ancak gariban kılıklı padişah direnir ve ikili arasında birkaç dakikalık konuşmanın sonucunda padişah galip gelir..
Hamamcı fakir görünümlü müşteriye acır ve Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, padişahın kulağına fısıldar; “Hemşerim, şu odada bir ihtiyar yıkanıyor, sen de sar peştemalı beline, git o odaya!.. Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel de çıkın, gidin”.. Ardından da ekler: “Aman ha, vezirler varlığınızı bilmesinler, mahvolurum yoksa”..
Bu sözlerin üzerine 4. Murad sessizce Habib Baba’nın yıkandığı odaya süzülür.. Bu arada, hamamın büyük salonunda adeta kıyamet kopmaktadır.. Def, dümbelek, şarkı, gazel sesleri ortalığı çınlatmaktadır..
Cihan padişahı, “Selâmünaleyküm baba” der, ihtiyara.. Habib Baba genç padişahın selâmını alır ancak gözü hemen genç hamam arkadaşının sırtına takılır.. Sırtı biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Yumuşak bir sesle sorar; “Ey evlâdım, sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen seni bir keseleyeyim”..
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır fakat büyük bir keyif de duyar.. Keyiflenir, çünkü ömründe ilk defa birisi ona, padişah olduğunu bilmeden ve karşılık da beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir..
Habib babanın önünde memnuniyetle diz çöker ve “Buyur baba, ellerin dert görmesin” der.. Bu arada içerideki alemin sesleri, hamamı çınlatmaya devam etmektedir..
Habib baba, 4. Murad’ın sırtını bir güzel keseler.. Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her hamiyetli kişi gibi kendine yapılan iyiliğe cevap vermek ister..
“Baba” der, “Gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım!..”
Habib Baba, tebessümle; “olur be evlât” deyip, Sultanın önünde diz çöker.. Sultan Murad başlar kese yapmaya.. Kese yaparken bir yandan da Habib Baba’nın ağzını arar ve inceden inceye mesajını verir..
“Baba, görüyor musun şu dünyayı.. Sultan Murad’a vezir olmak varmış.. Baksana adamlar içeride def, dümbelek, hamamı inletiyorlar, senle ben ise bir köşede sessiz sedasız yıkanıyoruz”..
Habib Baba, Osmanlı Devleti’nin ulu Hünkârı Sultan Murad Han’ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmadan, kendi hükmünü söyler.. Söylediği söz ise Sultan Murad’ın ağzını açık bırakıp, keseyi elinden düşürecek cinstendir!..
“Be evlâdım, Sultan Murad dediğin kimdir?.. Sen esas Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak!.. O kulunu sevince kulunun sırtını bile Sultan Murad’a keselettirir”..
İşte böyle kıymetli okuyucularım.. “Kimin ne olduğu belli olmaz” diyen boşuna söylememiş!..
Ziya Paşa’nın meşhur Terkib-i Bent’inde yer alan iki cümlesiyle yazımıza noktayı koyalım;
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun..
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın..
Allah dostu Habib Baba’nın ve cihan padişahı, cennetmekân, firdevs-i aşiyân, Sultan 4. Murad Han’ın ruhlarına fatiha..