İstanbul’u ne kadar biliyoruz?
Dünyanın incisi aziz İstanbul, 2010 yılının başlamasıyla birlikte ünvanını daha da büyüttü..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ve bazı Bakanlar’ın katılımıyla 16 Ocak 2010 Cumartesi günü, 7 farklı merkezde gerçekleştirilen etkinlikler ve görkemli kutlamalarla, İstanbul, resmen “Avrupa Kültür Başkenti” oldu..
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı ve Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç’in davetlisiydim.. Ancak Haliç Kongre Merkezi’ne katılamadım.. Sebebi ise aynı gün MÜSİAD Otomotiv Sektör Başkanı Zeki Akbal’ın ve MÜSİAD Kocaeli Şube Başkanı Zihni Yılmaz’ın davetlerine icabet etmem ve dolayısıyla da geç kalmamdı.. MÜSİAD Otomotiv Sektör Kurulu Türkiye İstişare Toplantısı Kocaeli’nde yapıldı.. Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün de katıldığı toplantı oldukça faydalı ve zengin geçti..
Evet değerli dostlarım; yazıma İstanbul’la devam edeyim.. Bu vesileyle İstanbul’da oturan değerli vatandaşlara sesleneyim..
“Benim gibi, dededen, babadan İstanbullu olabilirsiniz.. Ya da başka vilâyetlerde doğup şu anda İstanbul’da oturuyor olabilirsiniz.. Sizlerdan acizane ricam; lütfen kendinizi İstanbullu gibi hissedin.. Zira İstanbullu olmak bir özelliktir, bir kültürdür ve bir ayrıcalıktır.. Neden ayrıcalıktır, hemen onu da söyleyeyim; Bu aziz şehri alemlere rahmet olarak gönderilen muazzez Peygamberimiz (sav) övmüş de ondan!..”
İstanbul dendiği vakit aklıma pek çok yazı, pek çok şiir gelir.. Hele bir tanesi var ki bende müthiş iz bırakmıştır.. Necip Fazıl Kısakürek’in “Canım İstanbul” şiiri.. Bakın üstad son satırlarında İstanbul’u nasıl tarif etmiş;
“Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar.. Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar.. Gecesi sünbül kokan.. Türkçesi bülbül kokan.. İstanbul, İstanbul..”
Şimdi gelelim başlıkta da belirttiğimiz gibi Yüce Allah’ın özene bezene yarattığı bu alımlı şehri ne kadar tanıdığımıza, ne kadar bildiğimize..
Tarihi ve kültürel zenginliği, kalabalık nüfusu, dinamizmi, gece-gündüz demeden yaşanılan yüksek tempolu iş yaşamının yanı sıra, sorunlarıyla da dünyanın önde gelen metropolleri arasında sayılan İstanbul, semt isimleriyle ve bunlarla ilgili anlatılan ilginç efsanelerle de her zaman dikkât çekmiş..
İstanbul, tarih boyunca 9 ayrı dil ve kültürde, 33 farklı isimle de anılmış..
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe’de “Vizantion”, Latince’de “Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma”, Rumca’da “Konstantinopolis, İstinpolin, Megali Polis, Kalipolis”, Slavca’da “Çargrad, Konstantingrad”, Vikingce’de “Miklagord”, Ermenice’de “Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli”, Arapça’da “Bizantiya, El-Mahsura, Kustantina El-Uzma”, Selçuklular’da “Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul” ve Osmanlıca’da “Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, İstanbul, İslâmbol, Darü’s-Saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü’l-Hilafetü’l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet” gibi bilinen farklı isimlere sahip..
Semt isimleri ise şöyle ortaya çıkmış..
Fatih Sultan Mehmet’in Sadrazamı İshak Paşa İç Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra o bölgede yaşayan ahaliyi İstanbul’a göndermiş ve bugünkü Aksaray’ı gönderilen o insanlar oluşturmuş..
Aşiyan, ismini Tevfik Fikret’in burada bulunan ve Farsça’da “kuş yuvası” anlamına gelen “Aşiyan” adlı evinden almış.. “Bağlarbaşı” ise bağ ve bahçelerinin bolluğundaen ve envai çeşit meyvelerinden dolayı bu adı almış..
Bebek’le ilgili iki rivayet var.. Birisi, Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği Bölükbaşının “Bebek” lakaplı olması.. Diğeri ise, padişahın, semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine “bebek” demesi ve bundan sonra o bahçenin “Bebek Bahçesi” olarak anılması..
Beşiktaş ismiyle ilgili anlatılan iki rivayetten biri, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği 5 taştan aldığı şeklinde.. Öteki rivayet ise burada yaptırılan kiliseye Kudüs’ten taş getirilmiş.. Ve bu taşın ismi beşik taşıymış..
Beyazıt adının Sultan II. Beyazıt’ın semtte kendi ismiyle anılan bir külliye yaptırmasından geldiği anlatılıyor.. Beyoğlu, semt adını, İslâmiyet’i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus prensinden ya da “Bey Oğlu” diye anılan Venedik prensinden almış..
Bizans döneminde “Makri Hori” olarak adlandırılan bölge 14. yüzyılda Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra “Makriköy” olarak anılmış.. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından da Atatürk’ün isteğiyle “Bakırköy” adını almış..
Çatladıkapı’ya gelince; Bizans döneminde yapılan surların “Sidera” isimli kapısı, 1532’de yaşanan büyük depremde çatlayınca, hem semt, hem de kapı bu isimle anılmaya başlanmış..
Çemberlitaş, Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun büyük sütunlarından birisiymiş.. Bulunduğu semte adını vermiş...
Galata ismi de enteresan.. “Gala” kelimesi Rumca’da “süt” anlamı taşıdığından semtteki süthanelere gönderme yapılarak “Galata” ismi türetilmiş.. Diğer bir rivayete göre de semtin ismi, İtalyanca’da “denize inen yol” anlamına gelen “galata” kelimesinden gelmiş..
Şu an Yunanistan sınırları içinde bulunan “Drama”dan gelen muhacirler Fatih Çarşambasının hemen yanıbaşına iskân edilmiş ve muhit “Draman” ismini almış.. Fatih-Çarşamba’sı ise Samsun-Çarşamba’dan gelen insanların oluşturduğu bir muhit olarak günümüzde halâ Çarşamba isimiyle anılır..
Osmanlı döneminde suyun halka dağıtıldığı, başka bir ifadeyle taksim edildiği bölgenin ismine “Taksim” ismi verilmiş..
1850 yıllarında yaşayan “Madam Feri” ve kocasına o tarihlerde büyük topraklar bağışlanmış ve Feriköy ismi bu şekilde oluşmuş..
Teşvikiye ismi, Sultan Abdülmecit’in, bölgede yeni bir mahalle kurulması için teşvikte bulunmasından gelmiş.. Bu durum, Rumeli ile Valikonağı caddelerinin kesiştiği noktada bulunan bir taş kitabeyle de belgelenmiş..
Fatih semti ismini, Cennetmekân, Firdevs-i Aşiyân, Sultan Muhammed Han Aleyhirrahmeti Vel Gufran Hazretleri’nden almış..
Bizans’ın “Skutari” denilen ve şehrin Anadolu yakasında bulunan askeri birliklerinden gelen “Skutarion” ismi zamanla “Üsküdar”a dönüşmüş..
Son olarak Veliefendi deyip yazımızı noktalayalım.. Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar üzerine kurulan hipodrom, yıllardır bulunduğu semtte Veliefendi ismiyle anılmış..
Bir nevi kumar olan at yarışlarının yapıldığı hipodromun isminin “Veli Efendi” olarak anılması aslında hiç de hoş olmamış..