Risale-i Nur’a Yapılan Bazı İtirazlar ve İlmî Cevapları - 2
Bediüzzaman Hazretleri Kâfirler İçin olan Cehennem Azabını ve Cihadı asla inkâr etmemiştir
Maalesef bazı insanlar meseleyi o kadar çarpıtmaktadırlar ki, nerdeyse Bediüzzaman Hazretlerinin kâfirler için olan Cehennem Azabını ve Cihadı inkâr ettiğini ve Anzakları bile (Risale-i Nur’da hiç geçmediği halde) şehit ilan ettiğini ileri sürmüşlerdir. Doğrudur, bazı ehl-i dalalet grupları ve başta hem Lahoriye koluyla ve hem de Kadiyani koluyla bütün Ahmediye Cemaati maalesef hem cihadı ve hem de ebedi cehennem azabını inkar etmişlerdir. Halbuki bu ehl-i dalalet gruplara en iyi cevabı yine Bediüzzaman vermiş bulunmaktadır. Onuncu Söz, Meyve Risalesi ve 29. Söz bunun şahididir. Burada sadece bir tek tesbitiyle yetineceğiz:
‘Şefkat yüzünden, esasat-ı İslâmiyenin haricindeki bid'at ve dalalet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-âlemîn Zât'ın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalalete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir. Meselâ: Kâfir ve münafıkların Cehennem'de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur'an’ın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın sû'-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni' bir gadirdir.’1
2. Netice
Bediüzzaman’ın kelâmda müceddid mu’asırları arasında mümtâz bir yeri olan müfessir, yüzlerce hadisi, senedleriyle birlikte nakledecek kadar muhaddis ve kısaca akranlarının fevkınde bir İslâm âlimi ve dahi olduğunda, dost ve düşmanları ittifak halindedirler. Gerçekten Bedîüzzaman'ın, İslâmî ilimlerin temelini teşkil eden ve içlerinde "Mirkât" gibi İslâm nazarî hukukuna ait usul-ı fıkıh metni; İslâm felsefesi ve kelam hakkında Adududdin El-Îcî tarafından kaleme alınmış müstesna bir eser olan “Mevâkıf”, Mantık ilminin özeti demek olan “Süllem” ve benzeri 90 çeşit kitabı hâfızasına aldığı, bunları üç ayda bir evrad gibi tekrar ettiği ve Arap Dilinin en mükemmel lügati olan “Kamus”u "Sin" harfine kadar kelimesi kelimesine ezberlediği, çok iyi bilinen ilmî cihetlerindendir. Bu kesbî gayrete bir de Allah'ın ihsânı demek olan muhâkeme, zekâ ve vehbî diğer vasıflar eklenince, mu'âsırları tarafından "Bedîüzzaman" yani zamanın eşsiz bir allâmesi unvanıyla vasıflandırılmaması için hiçbir sebep kalmamıştır.
Bediüzzaman’ın diğer İslâm âlimlerinden en ayırıcı özelliği, asırlarca İslâm âlimleri arasında ihtilâf vesilesi olmuş ve bir türlü halledilememiş bir kısım itikadî meseleleri, asrımızın insanının anlayışına uygun olarak farklı bir metotla izah edebilmesidir. Buna ilim ve san’at asrı olan asrımızdaki bir kısım felsefî meseleleri de eklerseniz, Bedîüzzaman gibi bir allâmeye ve Risâle-i Nur gibi bir Kur’an tefsirine olan ihtiyacı daha iyi takdir edersiniz.
Burada bir tespitimi belirtmek istiyorum: Asrımızın mümtaz âlim ve müfessirlerinden olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an Dili adlı eserini mütâla’a ettim. O büyük allâmenin, bütün ilmî vukufuna ve aklî dirayetine rağmen, 21 meselede son sözü söyleyemediğini ve söylese dahi ancak İslâmî ilimler alanında belli bir mertebeye ulaşmış insanların ona muhatap olabileceğini gördüm. Bu meselelerin, ruhun mahiyeti ve ispatı, kader meselesi, haşrin ispatı, mi’racın cesetle mi ruhla mı gerçekleştiği meselesi, Allah'ın isbatı ve benzeri itikada ait meseleler olduğunu sadece hatırlatmakla yetiniyorum.
Hâlbuki Bedîüzzaman, ölümden sonra tekrar dirilmek demek olan haşir meselesini, İbn-i Sina gibi bir dâhinin "Haşir aklî metodlarla anlaşılabilecek bir mesele değildir; nasıl nakledildiyse öyle iman ederiz" demesine rağmen, 10. Söz adını verdiği eserde öylesine izah ve isbat etmiştir ki, neticede "Bu eserimi idrâk ve iz’anla iki defa mütâla’a et; eğer haşir meselesini iki kere iki dört eder derecesinde anlamazsan, gel iki parmağını gözüme sok" hükmünü, okuyanın vicdanı tefessuh etmemek şartıyla, bir tahdis-i nimet olarak ilan etmektedir2.
Bu sebeple bu makalemizde zikrettiğimiz konu itiraz edilen noktalardan sadece birisinin cevabıdır. Allah’ın izni ve yardımıyla Bediüzzaman’ın eserlerinde beyan ettiği hakikatlerin ehl-i sünnet dairesinde ve Kur’an’ın ruhuna sadık olduğunu bütün yönleriyle ispat eylemeye hazırız. Rahmetli Osman Yüksel'in tabiriyle "Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nurs ve talebeleri".
1 Bediuzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, sh. 75-76.
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10. Söz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.