Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ölüm

Ölüm

Evet, ölüm ikinci bir doğumdur…
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ölüm, “…idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in'idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir sevkıyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Asa-yı Musa – 201)


Yine de her ölüm haberinde ölüm şiirleri doluşur beynime. Şairlerin kudretli mısralarında yoğunlaşan ölümü koklarım.



“Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış/ Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

“Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış/ Eski Şirâz’ı hayal ettiren ahengiyle.



“Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde/ Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter…

“Ve serin serviler altında kalan kabrinde/Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”



“Sabahaddin Zaim öldü” dediklerinde Yahya Kemal’in yukarıdaki şiiri doğdu yüreğime.

Çünkü o son rindlerden biriydi. Belki de sonuncusu. Mehmed Emin Işık Hoca’nın cenazede yaptığı konuşmada söylediği gibi, “O peygambersiz bir dönemin sahabesiydi.”

Onu ancak böyle tanımlamak mümkündür. Mehmed Emin Hoca’ma binlerce teşekkür.



“Faniden ebediyete geçiş” anlamı taşıdığı için, ölümün doğumdan daha kutsal, daha etkileyici, daha uyarıcı bir mucize olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen bazı ölümler beni çok etkiliyor, çok sarsıyor. Çünkü bazı gidişlerden geriye kocaman, doldurulamaz bir boşluk kalıyor. Sabahaddin Hoca’mın gidişinden de içimde öyle bir boşluk kaldı.

“Hocaların Hocası” olanlar başka bir şey olmak zorunda değiller. Ama o yine de çok şeydi. Her hayırda var olmak için çoğalıyor gibiydi.

İşte bu yüzden “Sabahaddin Hoca öldü” dediklerinde duygularım da ölecek diye korktum bir an. Sonra inancın sonsuzluğunu hatırlayıp teselli buldum. Yine de yüreğimden bir parçanın daha toprağa düştüğünü hissettim.

Anlıyorum ki, şairleri inim inleten, edebiyatçıları acı acı söyleten ölüm, bendeki “ben”i de alıyor yavaş yavaş.



Her ölen dostla beraber anılarınız ölüyor. Gömdüğünüz her tanıdıkla birlikte kendinizden bir parçayı da gömüyorsunuz. Gerisi derin bir yalnızlık hissi, yakıcı bir ayrılma duygusu ve hasret kokusudur. Kader işte: Hayatı koklamaya niyetlenirken, ölümü kokluyorsunuz.

Dünyanın verdikleri aldıklarının asla karşılığı değil gibime geliyor. Ama biz öylesine bir dalmışız ki dünyaya, kendi ölümümüzü bile görebilecek göz kalmamış çoğumuzda.

Ancak sevdiklerimizden biri toprağa düştüğünde uyanıyor, silkiniyor, ne var ki her şeyi çabucak unutup umursamaz tavrımıza dönüyoruz…

Merhaba gaflet!.. Merhaba hüzün!.. Elveda Sabahaddin Hocam!



Yaklaşık kırk yıl kadar önce tanıştık. O “Hoca”, ben ise “talebe” idim. İstanbul’un ilk imam hatip lisesinde (o zamanki adıyla Çarşamba İmam-Hatip Okulu) öğrencilere iftar verdirecek “varlıklı Müslüman” bulmakta büyük güçlükler çektiğini anlatıyordu.

Onunla o gün “dâva arkadaşı” olduk…

Yıllar boyu beraber ağladık, beraber güldük, beraber üzülüp şâd olduk. Bunun ne anlama geldiğini ancak erbabı bilir.



Sevdikleri hep yaşayacak zannediyor, insan. Hep öyle kalacak ve istediği her zaman gidip görebilecek, konuşabilecek, sevdiğini söyleyebilecek…

Sonra bir gün, aniden, “öldü” diyorlar. “Bu kadar erken mi?..” diye şaşırıyorsunuz, “bu kadar ani mi gelecekti ölüm?”

Oysa her ölüm “erken” ve “anidir!” Her ölüm “zamansız”dır! “Ölüm zamanı”nın ne zaman olduğunu kimse bilmiyor! Hangi mevsim, hangi ay, hangi gün meçhul. Bir bakıma her mevsim “ölüm mevsimi”, her ay “ölüm ayı”, her gün “ölüm günü”, hatta her an “ölüm anı”dır…

Bunu bile bile konduramayız. “Sonra sarılırım”, “onu sevdiğimi sonra söylerim”, “sonra ararım”, “sonra giderim” diye diye yitirdiğimiz zamana konuverir ölüm meleği, uçurur, götürür canı…

Gün biter, mum söner, “ölüm zamanı” hükmünü icra eder. O zaman fark edersiniz ki, birikmiş “sonra”larınızda zaman tükenmiş, sevdiğiniz insan hayattan çekip gitmiştir…

Şaşkın, çaresiz kala kalırsınız: Söylenmemiş sevgileriniz, sarılmamış kollarınız ve sonu gelmeyen “sonra”larınızla…

Böyle zamanlarda ruhunuz yüreğinize dar gelmeye başlar. Darlıktan kurtulmak için, sevdiğinizin gömülmesini beklersiniz. Ama toprak attığınız sırada fark ettiğiniz şey, onunla biriktirdiğiniz anılarınızı da gömdüğünüzdür. Yine tökezlersiniz. İçinizde kocaman bir yalnızlık hissi kıvranır durur…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi