Alamanya Alamanya
Beşi çocuk olmak üzere dokuz Türk evinde yakıldı. Yüreğimiz yandı. Ama başta Gaziantep olmak üzere sineye çektik. Olur, dost Almanya’da da bazı ajanlar, diyelim ki ABD hesabına çalışıp, Türk-Alman ilişkilerini bu tür kundaklama olayları ile baltalamak isteyen dazlak bozuntusu soytarılar çıkabilir.. Onun için yakmalar tarihî dostluk ilişkilerine gölge düşürmemeli, gibi düşünülebilir.
İyi de bu kaçıncı kundaklama.. Bu kaçıncı işyeri yakılması.. Kundaklamaların önü niçin alınamıyor? Alman devleti, istihbaratı, polisi, siyaseti bu kadar mı beceriksiz? Dört çapulcuya engel olamayacak kadar mı basiretsiz, güçsüz?..
Bir de diyar garibi gurbetçilerin gözüyle bakın.. En mahrem alanında, dinlenip, huzur duyacağı evinde çoluk-çocuğuyla ne zaman yakılacağını bekleyen bir insanın ruh halini düşünün..
Bu olaylarda bir garabet var.. Acaba Almanya Türk’e uzatılan hain eli kırmak istiyor da mı kıramıyor, yoksa o eli kendisi mi yönlendiriyor? Almanya, dün savaş sonrası ihtiyaç duyduğu çalışan işgücüne olan ihtiyacı kalmadıysa adam gibi artık ihtiyacının bittiğini ortaya koyamaz mı? Alman bankaları sizin paralarınızı bankalarımızda artık saklamak istemiyoruz diyemez, Alman marketleri artık sizin alış-veriş yapmanızı istemiyoruz, Alman mallarından alıp-tüketmeyin diyemezler mi? Türk varlığını istememenin yakma dışında bir bildirim yolu yok mudur?
Almanya’da kökü çok gerilere dayanan ilişkilerin, hiç hatırı bulunmamakta mıdır?
Bunlar elbette Alman kafasının anlayamayacağı, hissi doğulu soruları.
Biz Almanya’yı da Fransa’yı da İngiltere’yi de anlayamadık.. Batılılaşma serüvenimiz zaten bir yabancılaşma ve köklerden kopuşun dışında bir şey değildi.
Bizde Almanları nadiren anlayan aydınlarımızdan birisi Mehmet âkif’tir. En iyisi kundaklamaların gerisindeki ruh halini kavramak üzere sözü âkif’e bırakmak..
âkif, Birinci Dünya harbi yıllarından bir hatırasını anlatır. Almanların safında harbe girmiş, yüz binlerce şehit vermiş, yüz binlerce ocağımız sönmüş, milyonlarca zenginlik kaynağımız mahvolmuştur. Onun için Almanların, dünyada kendileri dışında saflarında savaşan yegâne müttefikleri olarak bizi bağırlarına basacaklarını beklemekteyizdir. Bütün gazeteleri, kitapları, edîbleri bizi alkış, teşekkür tufanına tutacaklardır. Böyle beklerken Berlin’e gittiğinde Alman hükümeti kendilerine şöyle der: “Bizim meclis-i mebusanımızdaki bilhassa Katolik mebuslar kıyamet koparıyorlar. Almanlar gibi mütemeddin, mütefennin bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi, Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu bizim için zül değil midir?.. diyorlar. Aman makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Ta ki Müslümanlığın da bir din, Müslümanların da insan olduğu bunların nazarında taayyün etsin.” Alman hükümeti haklıdır. çünkü Alman milleti gözünde “Müslümanlık vahşetten, Müslümanlarsa vahşilerden başka bir şey” değildir. Gazetecileri, romancıları, doğunun bilim, sanat, ahlâk ve âdetlerine vâkıf geçinen doğu bilimcileri, milletin düşüncesini asırlardan beridir aleyhimize müthiş bir şekilde zehirlemişlerdir. O şekillenen kafa yapısını değiştirmek sordur.
âkif çalışmalarından edindiği izlenimi şöyle anlatır: “Biz o sırada kendimizi onlara tanıtmak için tabiî elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamamıyla muvaffak olduğumuzu asla iddia edemem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş bir takım kanaatler hakkı görmelerine mani oluyor.” Almanlardaki bize karşı şartlı bakışa karşılık bizim durumumuz nedir? “Birbirimizi bir kaşık suda boğmak” ister, cesaret, kabadayılık, asıcılık, kesiciliği kendi aramızda gösterirken; dinimizden olmayanlara karşı aşırı nezaketimiz anlaşılır gibi değildir. âkif Alman İmparatoru’nun Harp sırasında İstanbul’a gelişinden örnek verir. Saf Müslümanlar, müttefikimiz olduğu için nasıl hürmette, ikramda bulunacağını şaşırmıştır. O kadar ki, İstanbul’un minareleri mübarek gecelerdeki gibi kandillerle donatılmış, Alman dostluk yurdu binası kurulması için birkaç cami peşkeş çekilmiştir. Almanlar ise bizim fedakârlığımız karşısında tam tersi bir tavrın içindedirler. Savaşta beraber olduğumuz için bizim olan Kudüs’ün ortak düşman İngilizlerin eline geçmesi, Filistin Cephesinin bozulmasının Almanları ve yine Alman kökenli olan Avusturyalıları üzmesi gerekmektedir. Ama tam tersi olur. Hıristiyanlar için kutsal sayılan Kudüs’ün Türklerin elinde kalmasındansa düşman İngilizlerin eline geçmesine Viyanalılar o kadar sevinir ki şehrayin (şenlik) yaparlar, evlerini donatırlar, her tarafı ışıklandırırlar. Bizim heyetin de içinde bulunduğu şehirde yapılan bu maskaralığın hükümet farkındadır. Avusturya hükümetinin, elektrik lambalarını söndürüp şenliği durdurmak için “göbeği çatlar”. Bize göre uç düzeyde bir taassuba sahiptirler.
Almanya’da son yüz yıldır doğuya, Müslüman Türk’e bakış itibariyle bir değişme var mıdır?
Kundaklamalar, Alman taassubunun ayıbını, bir şamar gibi yüzlerine vurmuyor mu?