Yanlışa Tavır I
Adam utanmadan sıkılmadan açıktan ırkçılık yapıyor. Hatta bu yüzden Müslümanların kanlarının dökülmesine fetva veriyor. İş fetva ile kalsa, maalesef kanlar dökülüyor, canlar ölüyor, mallar zayi oluyor, ama onun etrafındaki Müslümanlar, o ırkçı melunu uyarmıyor, uyarsa da dinlemediğini görünce terk etmiyorlar. Yanlış olduğunu söyleseler de, dostluğu bitirmiyorlar.
Bu her ırktan ırkçı için geçerlidir demeye gerek var mı?
Peki bu İslam’ın en önemli emirlerinden olan “Hubb-u lillah, buğz-u fillah”, yani “Allah için sevme ve Allah için buğzetme” ilkesine ters düşme olmuyor mu?
Sevdiğinde ve yerdiğinde Allah rızası yoksa, takva bunun neresinde?
Hele de bu maddî veya manevî bir menfaat karşılığında yapılıyorsa, açıkça bir iman sorunu değil de nedir?
Artık ne kadar çirkin görüyor ve nefret ediyorsa, ırkçıya “melun” diyen, hatta “hünfesa”, yani “b.. böceği” diyen bizzat Peygamber Efendimiz (sav) dir. Onu cahiliyyeye, yani küfre nispet eden de yine odur.
Peki böylesi melunluklara devam eden zalimlerle dostluğu devam ettirmek dinin neresinde vardır?
Maalesef bu noktada imanî ve insanî zaaflar içinde olanlar, yaptıkları ile kalmayıp, Allah için tavır koyanları da “hissilik” ve “fevrilik” ile suçlayarak, çirkinliklerini katlamaktadırlar.
Hele bunu yapanlar, sıradan insanlar değil de adı “hoca”ya çıkmış güya dini bilenlerden iseler, çirkinlikleri daha da katmerlenmektedir.
İslam’ın en temel ilkelerinden birisi de “emr-i bil ma’ruf ve nehy’i anil münker”dir. Gücü yettiği hâlde haram işleyene mâni olmamak, müdâhene, yani yağcılık yapmak, haramdır, yasaklanmıştır.
Peki, Müslüman bunu niye yapar?
Menfaat için. O vebali işleyen kişiye veya onun yanında bulunanlara olan saygısı, sevgisi, maddî veya manevî menfaati için. Bunun ötesinde bir sebep daha olabilir: dîne değer vermemesi, ona olan bağlılığının gevşekliği için.
Oysa aziz dinimize göre her müslümana düşen vazife, fitne olmadığı, ya’nî dînine veya dünyâsına veya başkalarına daha büyük zararlar getirmediği zaman, haram ve mekrûh işleyene gücü yettiği kadar engel olmaktır.
Harâm veya mekrûh işleyene imkanı varsa, yani daha büyük fitne ve fesat çıkmayacaksa, eliyle veya diliyle mâni’ olmamak, kötülük karşısında susmak, harâm olur, vebal olur. İmanın en zayıf derecesi, bu gibi hallerde gücü yetmeyenlerin hiç olmazsa onlara kalben buğzederek varsa ilişkilerini kesmesidir.
İşte Efendimizin sözü: “"Sizden kim (sünnetimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir."
İşte hasisin kaynakları: Buhari, Melâhim: 17, (4340); Müslim, İman: 78 (49); Ebu Dâvud; Salâtu'l-İydeyn: 248 (1140); Tirmizî, Fiten: 11 (2173); Nesâî, 17 (8, 111); İbnu Mâce, Fiten: 20, (4013); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/375-376.