Laiklik uğruna! (2)
Ders kitapları, hiç kuşkusuz, her rejimin geleceğe ilişkin projesidir. Ders kitaplarına bakarak, rejimin nasıl bir ülke ve nasıl bir toplum yetiştirmek istediğini anlamak kabildir. Atatürk döneminin ders kitapları ise, büyük ölçüde Atatürk'ün tashihinden geçmiş, Atatürk ekleme ve çıkartmalar yapmıştır…
Bunlardan biri de meşhur Afet inan’ın imzasını taşıyan “Medeni Bilgiler” isimli kitaptır. Afet Hanım’ın imzasını taşıyor, ama “önsöz”ünde Afet inan: “Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, Atatürk'ün fikirleri ve telkinlerinden mülhem olduğunu ve üslûbun tamamen kendisine ait olduğunu tarihî hakikatleri belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telâkki ediyorum” diyor.
işte kitabın “Millet” bölümünden bazı alıntılar:
“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların... Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk Milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu?.."
“Türk Milleti birçok asırlar… bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü…”
“… din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk Milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti… Artık Türk, cenneti değil… son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. işte dinin, din hissinin Türk Milletinde bıraktığı (kötü) hatıra…”
“Türk Milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular…”
“Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.”
Bu işler “laiklik adına” yapıldı, bu kitaplar “laiklik adına” yazıldı.
O günler, “Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak, dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz” diyen Basın Yayın Genel Müdürü laikliği koruduğunu söylüyordu…
“Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bâzı yazı, mütalâa, îmâ ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temsilî ve gerek mütalâa kabilinden olan her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikaların (dizi yazıların) neşrinden (yayınlanmasından) tevakki edilmesi (vaz geçilmesi) ve başlanmış bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (Başvekâlet, Matbuat Umum Müdürlüğü îç Matbuat Dairesi’nin gazetelere “653 sayı ve 17 Mayıs 1942 tarih”li müzekkeresi) şeklinde gazetelere tamimler gönderen zihniyet de herhalde “laikliği koruyup kollama” görevini hakkıyla yaptığını düşünüyordu.
Muhtemelen ona göre de “laiklik dinsizlik değil”di! Muhtemelen ona göre de “kimsenin dinine-imanına devlet karışmıyor”du!
CHP Edirne Mebusu (milletvekili) Mehmed fieref (Aykut) Bey de aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. Aynı şekilde düşünmeseydi, kaleme aldığı “Kamalizm” isimli kitabının üçüncü sayfasında, “laikliği koruma-kollama” bilinci içinde “yeni bir din” uydurur muydu? “Kamalizm... yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensipleri ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir.”
Bu “yeni dine” elbette “yeni bir kıble” gerekiyordu! Onu da Kemalettin Kamu uydurdu:
“Ne örümcek, ne yosun/ Ne mu'cize, ne füsun,
“Kâbe Arab'ın olsun/ Bize çankaya yeter!”
Artık sıra minare ve ezan uydurmaya gelmişti. O iş de Yaşar Nabi’ye düştü:
“Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz,
“Yeni din ezanları, minareler yerine,
“Bulutlara püsküren bacalarda okunsun!”
Olup bitenleri anlamayanlar ise cumhuriyet döneminin en namlı celladı olan Kara Ali’ye veriliyordu. “Menemen Olayı’na kadar (1931) geçen 12 yıl içinde 5 bin 216 kişiyi sallandırdım (astım)” diyen meşhur cellada anlaşılan çok iş düşmüştü.
Türkiye en küçük itirazların bile sehpalarda bastırıldığı bir dönemden geçiyordu.
Bunlar “laiklik adına” oluyordu…
Ama hâlâ “laiklik dinsizlik değil”di!
Rahmetli M. âkif, tarih boyunca toprağa ektiğimiz şehitlerimizi düşünüp, “Bir hilâl uğruna ya Rabb ne güneşler batıyor” demişti…
fiimdiki güneşler “laiklik uğruna” batıyor…
Hem de ne güneşler, ne beyinler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.