'Çoğalmak istemeyenler'
Sanem Altan, Bilge Emeç'le konuşuyor dünkü Vatan'da. Bilge Emeç, Çetin Emeç'in eşi. Çetin Emeç, 20 yıl önce silahlı saldırı sonucu öldürülen, Hürriyet Gazetesi'nin Genel Yayın Müdürü.
Çetin Emeç cinayeti, yakın tarihimizin karanlıkta kalan faili meçhul cinayetlerinden biri. Bir tetikçi yakalandı, ama bu cinayetin neden işlendiği ve hangi amaca hizmet ettiği ortaya çıkartılamadı. Bilge Emeç, kocasının nasıl öldürüldüğünü, sonrasındaki gelişmeleri anlatırken çok önemli bir şey söylüyor. Faili meçhul cinayetlere kafa yoran herkesin üzerinde uzun uzun durması gereken bir şey:
"Gerisinde kim var bu işlerin hâlâ çözülmedi. Çözülse de ne olacak ki artık onu da bilmiyorum gerçi. Sürekli dinle ilgili tehdit aldığımız için hep 'İran' dedik, 'Dinciler' dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden daha devletime hiç kızmadım ben. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim. O yüzden hep İran demek işime geldi sanırım. İran'ın yaptığına inanmak istedim."
Sizce de bu sözler önemli değil mi?
Bilge Emeç, aradan geçen 20 yıldan sonra, muhtemelen içini kemiren ve sezgisel olarak yakaladığı bir şeyi ifade ediyor. Türkiye'de tıpkı Çetin Emeç gibi, laikliği, Atatürkçülüğü -hadi ilave edelim- Cumhuriyet'e bağlılığı ile maruf önemli isimlere yönelik çok sayıda cinayet işlendi. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi. Bu cinayetler işlendiği zaman Türkiye ayağa kalktı. Her bir cinayette Türkiye'de birçok şey değişti. Her dökülen kan, sandıktan çıkmış iktidarları sarstı, kerameti kendinde menkul bazı merkezlerin önünü açtı. "Bu cinayeti İslamcılar neden işlesin?" soruları, sloganların, protestoların arasında geçiştirildi.
Geçen hafta Hrant Dink davası vesilesiyle, faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin yakınları "çoğalmak istemiyoruz" diyerek bir araya geldiler. Aslında Bilge Emeç'in sözleri, "çoğalmak istemeyenler"in duygularına ve düşüncelerine tercüman oldu.
Ergenekon soruşturmasının başladığı tarihten itibaren giderek bedihî bir hakikate dönüşen bir durum. Devlet içindeki çeteler, provokatif amaçlarla, kendilerine ait ideolojik çerçevenin içine giren isimleri hedef seçiyorlar. Danıştay suikastı, bu konuda birçok kişinin çetelerin rezil dünyasını anlamasına imkân sağladı. Mantık basit: Darbe şartlarını olgunlaştırmak için, laikliğe yönelik bir iç tehdidin gözle görünür hale gelmesi lazım. Kimseden böyle bir tehdit gelmeyince ne yapacaksınız? Laikliğe yönelik saldırıyı doğrudan kendiniz yapacaksınız. Bunun için de laiklik konusunda hassas kesimlerin sözcüsü olarak kabul edilen kişilere yönelik sistematik suikastlara girişeceksiniz.
Anlaşılan laikliğe yönelik bir tehlike yok. Ama bu tehlikeyi yaratma adına, laik kesimin temsilcilerine yönelik ciddi bir tehlike var. Bu tehlike kimden geliyor? Bu tehlike, darbe heveslilerinden geliyor. Galiba çoğalmak istemeyenlerin anladığı şeylerden biri bu. Bilge Emeç'in bizim önümüze koyduğu sorgulama da aynı mantığa sahip.
Bilgilerin çoğu harcıalem. Bu cinayetlerin arefesinde Türkiye'nin gündemi neydi? Bu cinayetler işlendikten sonra neler değişti? Sonrasında değişen şeyler kimin amacına hizmet etti? Bu sorulara verilecek cevaplar, bu cinayetlerin hangi merkezlerin işi olduğunu göstermeye yeterli.
Mesela Muammer Aksoy cinayeti öncesinde gündemde ne vardı? Farklı kesimler hangi konuda nasıl bir işbirliği ve dayanışma içine girmişti? Muammer Aksoy cinayeti gündeme bomba gibi düşünce neler değişti?