Serdar Arseven

Serdar Arseven

Başbakan “bir mağduriyete daha” el atıyor

Başbakan “bir mağduriyete daha” el atıyor

Sayın Başbakan’ın neye nasıl el attığına gelmeden; Kızılay’daki “Tekel çadırlarından” izlenim yansıtayım.
Öncelikle; çoğunun bu işlerle alâkası yok; sol örgütlerin militanları çadırlara doluşmuş…
PKK’lılar dikkat çekiyor; örgütün yayın organları duvarlarda.
Bir VAKİT yazarının çadırlarını ziyaret etmesinden hoşnut olmadıkları belli; “emekçi hakkına” sahip çıkmadığımızı filan öne sürüyorlar.
Ben de kendilerine;
“Yanılıyorsunuz; emek bedelinin alın teri kurumadan ödenmesi gereğine iman etmiş insanlarız. Emek sömürüsüne de, emekçilerin sömürülmesine de karşıyız” diyorum.
Bir de teklifte bulunuyorum…
Aynen şu ifadelerle:
“Tekel işçilerinin hakkını sonuna kadar savunuruz. İçlerinde bizim kardeşlerimiz de var. Biz hak varsa savunmaktan geri durmayız… Ya siz… Gümüş yüzük taktıkları, baş örttükleri, namaz kıldıkları için 28 Şubat terörüne kurban giden memur ve memurelere sahip çıkar mısınız?”

Bakıyorum… “Tısss!” oluyor!.. “Direniş” orada bitiyor!..

Kimi meseleyi bilmediğini söylüyor.
Kimi, “Niçin Tekel işçilerinin karşısına bu meseleyi çıkartıyorsunuz” diyor…
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi de böyle yapmıştı;
Kendisine; “Emekçiden yana olduğunuzu söylüyorsunuz, ama baş örttüğü, namaz kıldığı için işinden edilen emekçilerin derdi ile hiç ilgilenmiyorsunuz. Hatta yasaklardan yana tavır alıyorsunuz. Emekçiden yana iseniz, ayrımsız destek verirsiniz” demiştim de…
“Başörtüsü meselesi başka, her ülkenin kuralları var” yollu cümleler işitmiştim.
DİSK dediğin de ne zaten; 28 Şubat’ın o meşhur “beşli”sinden değil mi?..

Efendiiim…
Tekel çadırlarını yansıttım; oralarda çile dolduran azınlıktaki “emekçi”ye de, bu millete de bu adamlardan fayda yok.
Bize bizden fayda var.
Bu ruh ve şuurla bir meseleye asılmış bulunuyorum.
Malûm; 28 Şubat sürecinde “vay gümüş yüzük taktın”, “vay abdest aldın”, “namaz kıldın”, “cemaate katıldın” filan diye binlerce memur ve memureyi kapı dışarı etmişlerdi.
Yıllar yılı ne sefalet, ne felaket.
Neyse; AK Parti geldi de…
Biz ısrarla talep ettik, sivil toplum örgütleri bastırdı, hükümet ilgilendi de;
2006 yılında bir “geri dönüş” imkânı çıktı…
Çıktı ama
O zamanın şartlarında hazırlanmış “idarelik” bir düzenleme.
O sütü bozuk 28 Şubat sürecinde;
“Dindar oldukları için” işlerinden atılanlara “Geriye dönük hak talep etmemeleri” şart koşuldu.
Atıldıklarında stajyer olanlara geri dönüş yolu kapatıldı.
O dönemdeki baskılardan dolayı “İstifa etmek” mecburiyetinde kalanların büyük bir bölümü için de, geri dönüş yolu (fiili olarak) büyük ölçüde kapatıldı.
Bir de…
Burası da çok sıkıntılı;
2006’da geri dönmelerine imkân verilenlere; çalışmadan geçirdikleri yıl başına 4 bin 800 lira (3 bin küsur dolar) prim ödeme şartı getirildi.
“Zamanında emekli olmak istiyorsan yıl başına 4 bin 800’den yaklaşık 30 bin lira (eski parayla otuz milyar lira) taksitle yatıracaksın” dendi.

Ya adam kendi kusurundan dolayı atılmamış ki…
Birileri 28 Şubat yapmış, diğerleri de onlara taşeronluk…
Öyle bir rüzgar esmiş ve binlercesi haksız şekilde işlerinden atılmış…
Ey Devlet; sen hem haksızlık yap hem de işsiz geçen yılların parasını mağdurdan, mağdureden iste!..
Bu olur mu?..
Hem sonra… Memur emekli olduğunda, topu topu 30 bin lira alacak.
Onu da; kendisine 28 Şubat sürecinde haksızlık yapmış olan devlete ödeyecek!..
Garip-garibe; 7 yıl boşta kalmış zaten.
Maaşını alamamış, tenceresini kaynatamamış…
Bunca parayı nasıl ödesin?..
Ve niye ödesin?!.

Hani AK Parti bir “geri dönüş” imkânı getirdi…
İyi yaptı, o günkü şartlar içinde olumlu bir adım attı da…
Devletin kusurundan kaynaklanan kayıplar ne olacak?..

Memur Sen Genel Başkanı Sayın Ahmet Gündoğdu ile bu meseleleri konuştuğumuzda; ABD taşeronu 12 Eylül darbecilerinin üniversitelerden attığı 1402’liklerin durumu geldi gündeme.
Onlar da haksızlığa uğramışlardı…
Onlar da geri dönüş mücadelesi vermişlerdi…
Onlar da geri dönmeyi başarmışlardı…
Lâkin; 28 Şubat mağdurlarından farklı olarak işlerine geri döndüklerinde, bütün özlük haklarını çatır çatır almışlardı!..
Devre dışında kaldıkları dönemdeki bütün maaşlarını ve diğer bütün özlük haklarını devletten tahsil etmişlerdi!..
Bugün ise, 28 Şubat mağdurları bırakın “geriye dönük maaş ödemelerini” filan bir de “haksız bir şekilde işsiz bırakıldıkları yılların primlerini ödemekle” mükellef oluyorlar.
Bir devlet, aynı durumdaki iki ayrı kategoriye ayrı muamelelerde bulunur mu?.. Bu memlekette suçların en büyükleri namaz kılmak, gümüş yüzük takmak mı?..

Biz bunları dile getirdik…
Sayın Başbakan da sağolsun, dünkü görüşmemizde konu hakkında bir düzenleme yapacaklarına dair güçlü sinyaller verdi.

İnşallah bir haksızlık daha giderilecek.
Bir hükümetten, her şeyi bir anda halletmesini bekleyemeyiz.
Ancak;
Sekizinci yılda, 28 Şubat uygulamalarından kaynaklanan mağduriyetlerden bir kısmının giderilmesini beklemek hakkımızdır.
Başbakan Erdoğan da o görüşte…
Grup toplantısının ardından kendisine konuyu hatırlatıp, sorular yönelttik…
Fevkalade olumlu bir yaklaşım gösterdi:
“Vakit’in ‘Hükümete çağrı’ manşetini gördüm. Bugün de (dün) 12 Eylül sonrası üniversitelerden uzaklaştırılan 1402’liklerin özlük haklarını aldığını, aynı hakların diğerlerine de verilmesi gerektiğini gündeme getirmişsiniz. Kimsenin, vatandaşlarımızın bir kısmını tehdit olarak görmeye hakkı yoktur. Hukuk kurallarından bütün vatandaşlarımız eşit olarak faydalanır. Milletimizin talepleri bizim için her zaman önceliklidir. 1402’lik olarak bilinen hocalarımızın özlük haklarına kavuşturulmaları doğru bir adımdı. Doğru adımları hep birlikte atmanın gayreti içinde olacağız. Hukuk neyi gerektiriyorsa onu yapacağız. Mağduriyetleri mümkün olduğunca gidereceğiz.”

Evet, Sayın Başbakan’dan önemli teminat.
Haksızlıklar giderildikçe, devlete yönelik “soğukluk” da azalacak.
Ve umuyorum; 28 Şubat mağduru olan memurlarımız, memurelerimiz; “yıllar yılı sabırla beklemiş”; “kanunlara kurallara riayet etmiş” olmalarının ödülünü alacak.
Sayın Başbakan’ın açıklamaları ziyadesiyle ümitlendirdi beni.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi