Saç beyazlatan haksızlık
Pek çok kişi Türkiye’de işlerin neden bir türlü düzelmediğini düşünür durur. “İşler niçin düzelmiyor?” sorusunun onlarca cevabı olabilir, ama asıl cevap her halde “Haksızlıklara karşı ses çıkarmadığımız için” şeklinde olmalı.
Dört yıl önce yapılan bir haksızlıkla meslekten ihraç edilen dönemin Şemdinli savcısı Ferhat Sarıkaya’nın Ankara’da olduğunun ortaya çıkması sonrası medyada yer alan haberler bize bunu düşündürdü. Sarıkaya’nın ‘suçu’nu hatırlayalım: Şemdinli’de bombalanan bir kitabevi sonrasında hazırladığı iddianamede, dönemin genelkurmay başkanının ismini zikretmişti! Dikkat edelim, bir savcı iddaname hazırlıyor ve o iddanamede bir genelkurmay başkanının ismi geçiyor diye meslekten atılıyor! Hem de ne atılış, avukatlık yapmasına bile müsaade edilmiyor. Bu hadise yaşandığında kamuoyu gerekli şekilde tepki gösterdi, ama Türkiye’yi idare edenler adeta kulaklarının üstüne yattı ve yükselen tepkileri duymadı.
Dönemin Şemdinli savcısı Sarıkaya görevden alındığında gazetelerde yayınlanan az sayıda fotoğrafında saçları gayet gür ve siyah görünüyordu. Şimdi ise saçları beyazlamış durumda. Gür siyah saçlar her halde ‘değirmen’de ağarmadı. Bu beyaz saçlar, meslekten uzaklaştırma sonucu karşılaşılan sıkıntıları haber veriyor. Bu duruma dikkat çeken bir gazete, Türkiye’yi idare edenlerin cevap vermesi gereken soruyu gündeme taşımış: “Neden saçların beyazlamış arkadaş?” (Taraf, 21 Şubat 2010)
Sarıkaya’yı mağdur eden kararı HSYK almıştı. HSYK aynı zamanda ihtilâlcilere hesap sorulması için soruşturma açan savcı Sacit Kayasu’yu, daha önce de kanunsuz bir şekilde başörtüsü yasağı uygulayanlara hesap sorulmasını isteyen savcı Reşat Petek’i meslekten men etmişti. Bu ve benzeri adil olmayan kararlar karşısında gerekli tepki gösterilip, mağduriyetler sona erdirilemediği için Türkiye’nin önü açılmıyor.
Sarıkaya meslekten men edildikten sonra “Yurt dışına gitti, keyfi yerinde” türü imalı sözler de söylenmişti. Şimdi anlaşılıyor ki Sarıkaya yurt dışına çıkmamış, aksine pasaportu bile yokmuş. (Haber Türk, 21 Şubat 2010). Medyanın bu konuyu bu güne kadar tahkik etmemiş olması da ayrı bir gariplik...
Benzer haksızlıklardan sonra ifade etmeye çalıştığımız bir tesbit var: Türkiye gerçekten hür, adil ve özgür bir ülke olmak istiyorsa bu mağduriyetlere kesin olarak son vermelidir. Bunun bir yolu da, demokrat siyasetçilerin cesur insanlara sahip çıkmasından geçer. Bir savcı, bir ihtilâlcinin yargılanması için dâvâ açmaya hazırlanıyorsa, parti farkı gözetmeden bütün demokrat siyasetçilerin buna destek vermesi gerekmez mi? Böyle kişilere ‘tuzak’ kurulması karşısında nasıl susulur, nasıl sessiz kalınır?
Keşke böyle zamanlarda demokrat olduğunu iddia eden partiler kamuoyunun önüne çıkıp şöyle açıklamalar yapabilse: “Bu kişi ya da kişilere yapılan haksızlığa tepki olarak, eğer kabul ederse önümüzdeki seçimlerde kendisini seçilebilecek bir yerden milletvekili adayı ilân ediyoruz!”
Bu güne kadar yapılamadı, ama eğer yapılabilse hem böyle haksızlıklar tekrarlanmaz; hem de böyle cesur karar alan partiler millet nezdinde itibar kazanır.
Haksızlıklar karşısında susmaya devam ederek Türkiye’yi iyi noktalara taşımamız mümkün olmaz. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ikazı da bizi uyandırmaya yetmeyecek mi? Uyanalım ve kimden kime karşı olursa olsun ‘haksızlığa’ itiraz edelim...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.