Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Darbeleri hatırlamak…

Darbeleri hatırlamak…

“Cunta”ların temelinde, millete saygısızlık var…
Bazı çevreler milletin seçtiklerine tahammül etmeyi bir türlü öğrenemedi… Milleti “cahiller sürüsü” olarak gördükleri için, hep “hatalı” seçim yaptığına inandılar ve kendilerini bu “hata”yı “düzeltme”kle mükellef saydılar…
Bu mükellefiyet, “Durumdan vazife çıkarma” anlayışını doğurdu. Cuntalaşma bu anlayışın sonucudur! Artık gelsin “İrtica ile Mücadele Eylem Plânı”…
Gelsin “Kafes”!..
Gelsin “Balyoz”!..
Gelsin “Suikast krokileri” ve “Yargıçlar Savaşı”!
Milletin sevdiğini sevmeyenler, beğendiğini beğenmeyenler milletin kendilerine verdiği gücü millete karşı kullanmaya başladılar.
Topraklar, denizler silâh kusuyor!
Öyle bir kaos ki, çözebilene aşk olsun!

Demokrat Parti’yi (DP) millet sevmiş, beğenmiş ve üst üste iktidar yapmıştı…
Ama bazı grupçuklar milletin yanlış tercihte bulunduğunu düşünüyorlardı…
Onlara göre CHP’nin seçilmesi gerekiyordu…
Demokrat Parti’yi yıkmak için cuntalar kurup, nihayet 27 Mayıs 1960’da gerçekleştirdikleri bir darbe ile yıktılar.
Bir intikam sendromu içinde, milletin seçtiklerini Yassıada’ya tıkıp aylarca maddi ve mânevi işkence uyguladılar…
Nihayet halkın çok sevdiği Başbakan Adnan Menderes’le birlikte iki bakan arkadaşını astılar…
Bu dönemde darbenin lideri Orgeneral Cemal Gürsel, İsmet İnönü’ye gidiyor ve esas duruşta “Emrinizdeyiz Paşam” çekiyordu!
Halka izah etmekte zorlanmayacaklarını bilseler, iktidarı doğrudan İnönü’ye devredeceklerdi.
Hoş gene devrettiler; ama doğrudan değil, biraz dolambaçlı bir yoldan: Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi’ni (AP) hırpalayıp Yeni Türkiye Partisi ile bölerek bunu gerçekleştirdiler…
Darbecilerin gözbebeği olan İsmet Paşa, kısa bir süre (AP ile koalisyon şeklinde) başbakan oldu…
Ardından millet Demokrat Parti zihniyetini Adalet Partisi’nin şahsında tek başına iktidara getirdi.
Ne var ki, az ama güçlü bazı grupların Adalet Partisi’ne bakışı Demokrat Parti’ye bakışından farklı olmadı… Onu da beğenmemiş, benimseyememişlerdi.
Vaktiyle DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Mendres’e yönelttikleri suçlamayı, bu kez AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’e yönelttiler (Çok sonra kuzu sarması olup Demirel’i İnönü’nün yerine saydılar, o başka mesele)…
“Laiklik karşıtlarına ve irticaya taviz verdiği” suçlamasını ona da yönelttiler. Ve 12 Mart 1971’de yaptıkları askeri müdahale ile onu da devirdiler.
Ama millet tutumunda ısrar etti: İlk seçimde Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisini tekrar iktidar yaptı. Malum çevreler tabii ki yine beğenmediler, benimsemediler. 12 Eylül 1980’de bir askeri darbe daha yaptılar.
Suçlama yine “laikliğe aykırı gidişat” suçlamasıydı… Milletten şu veya bu oranda oy almış partilerle politikacıları, milletin karşısına hiçbir şekilde çıkmamış bir avuç insan suçlayıp milletin verdiği makamdan alaşağı ediyordu.
Bu süreçte kurulan yeni partiler, “eskinin devamı” oldukları gerekçesiyle tekrar tekrar kapatıldı, kurucuları veto üstüne veto edildiler…
Yine de millet, darbecilerin onaylayıp işaret ettikleri MDP’de değil, Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin devamı olarak gördüğü Anavatan Partisi’nde (Turgut Özal’ın önderliğindeki) buluştu.
Tabii egemen güçler onu da beğenmedi. Rahmetli Turgut Özal’a “Takunyalı Başbakan” dediler, laiklik ilkesinin çiğnendiğini defaatle öne sürdüler, ANAP kadrolarını “irticaa taviz” vermekle suçladılar. Buna rağmen Özal’ın “iktidar gücünü doğru kullanma” becerisini aşamadılar. Yoksa onu da yıkacak, vatanı ondan da kurtaracaklardı!
Özal öldü, kurtuldu. Ama cuntalar niyetleriyle birlikte baki kaldı…
Bu süreçte sadece CHP’nin yer aldığı hükümetlere rahat yüzü gösterdiler…
Ne var ki içinde CHP’nin yer aldığı hiçbir koalisyondan hayır gelmedi.
Bu partinin, “Parti=Devlet” formülü içinde, muhalefetsiz tek başına iktidar olduğu yıllar boyunca kalıcı bir hizmeti yoktu, sonra gelişlerinde de olmadı.
Tek çivi bile çakmadı! Millet CHP’nin eski ve yeni iktidar dönemlerini “Açlık, kıtlık, kuyruk, yokluk, yoksulluk, karne, baskı, şiddet” başta olmak üzere, envai çeşit olumsuzluklarla hatırladı…
Derken, aynı çizgide 28 Şubat “Balans ayarı harekâtı” geldi…
Arkasından 27 Nisan “sanal muhtıra”sı sökün etti…
Bugün de Türkiye, kimisine “İrtica İle Mücedele Plânı”, kimisine “Kafes”, kimisine “Balyoz”, kimisine “Islak imza” denilen olgularla boğuşuyor.
Anlayacağınız “Halâskâr-ı Zabitan” hep iş başında!
Ama artık biliyoruz ki, tüm darbelerin gizli gerekçesi, CHP’sini bir şekilde iktidar yapmaktır.
Darbeler ve cuntalar bunun içindir!
Tek umudumuz, artık “yapanın yanına kâr” kalmadığın görmek...
Türkiye demokrasiye doğru gidiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi