Yaşayan Çınarlar
Çınarlar, en heybetli, en görkemli, en uzun ömürlü ve anaç bir ağaçtır. Yapraklarının altında da olsanız, dibinde de olsanız, sanki kendisine sığınan herkesi korumakla kollamakla görevliymiş gibi bir his uyandırır insanda.
İstanbul’un çınarlarının geneli Fatih ve Eminönü civarı ile boğazın iki yakası arasındadır veya şöyle söylemek lazım. İstanbul’un eski ilçelerinin hepsinde bir ya da birden fazla çınar vardır ve her biri dört yüz yaşın üzerindedir.
Çınarlar biraz şair, biraz öykü, biraz roman, biraz hikâye, daha çok da tarihtir. Bu sebeple kendisini dilimize ve edebiyatımıza vakfetmiş, fikir ve düşünce örgüsünü çınar yaprakları gibi herkesin istifadesine sunmuş, bu yapraklardan damlayan nisan yağmurlarıyla insanımızı beslemiş ustalarımıza; “Ulu Çınar,” “Büyük Çınar,” “Yaşayan Çınar” denilir.
Günümüzde yaşayan çınarlardan biri de Rasim Özdenören’dir. Sustuğunda yazar, konuşmaya başladığında bir başka yazının alt yapısını oluşturur, muhataplarına soruları sıraladığında ise yazının örgüsü bitmiş, ayrıntıları yerli yerine koyuyor demektir.
Yaşayan çınar iyi bir ayrıntı ustası ve tarih unutmazıdır. Sohbet sırasında bir sürü cümle kurarsınız, o kadar çok şey anlatırsınız ki her anlatılanı pür dikkat dinler, onun dinleyiş şekli, konuşanı iştaha getirir, daha çok anlatır, usta sıkılsa da belli etmez ve bir ayrıntı bekler.
Aradığını bulduğu andan itibaren o kelimeyi alır ve geri kalanını rüzgâra verir. Yakaladığı ayrıntı, onun için büyük bir denize açılan en güvenli limandır. Oradan demir alır ve açılabildiği kadar açılır. Geri dönüşünde ise nice öyküler, nice hikâyeler ve nice ayrıntılarla dolu yazılar, alıcılarına yollanmak üzere hazırdır.
Önceki gün “Yaşayan Çınar”a 70. doğum yılı münasebetiyle İstanbul’da bir anma programı icra edildi. Sefaköy semtinin içlerinde bir salonda Rasim Özdenören’in konuşulacağını duyunca ustaya saygı gereği gittik. Ne de olsa ekmek, su, tuz hakkımız var.
TRT ilk yayına başladığı yıllarda bir türlü toplumun nabzını tutamıyordu. Batıdan gelen bir alet olduğu için, toplumun değer yargılarının değişeceği umuduyla, milletin mayasına ters ne kadar batı patentli program varsa icra ediliyor veya ettiriliyordu.
1977 yılında TRT’de bir film gösterildi. Rahmetli Yücel Çakmaklı ve televizyonculuğun sessiz çınarlarından Tuncay Öztürk, TRT için bir film çekti. “Çok Sesli Bir Ölüm” adını taşıyan bu filmin hikâyesi Rasim Özdenören’e aitti.
İşte TRT’nin millete dönme noktalarından birisi, bu film ve devamında çekilenlerdi. Yeri gelmişken Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş hocayı da anmalıyız. Yalçıntaş hocamızın iş başına gelmesiyle, TRT halkımızı fark etmiş ve batı kültürünü empoze etme yerine, yerli kültürle ilgilenmeye başlamıştı.
TRT geçtiğimiz yıl, Rasim Özdenören’e bir kadirşinaslık gösterip, hayatını anlatan bir belgesel yaptı. İki hafta önce yayınlanan ilk bölümünü bizim evde birlikte izlemiştik. İstanbullu bir ailenin ikizi olarak (rahmetli Alaaddin Özdenören) birlikte K. Maraş’ta başlayan çocukluk yıllarını hem izledik hem de TRT de anlatmadıklarını paylaştık.
Rasim Özdenören’in çocukluk yıllarını televizyondan öğrendik ama gençlik yıllarının önemli safhalarına ve çınarlığa yürüyüşünün de canlı şahitlerindenimdir. Selanik Caddesi’ndeki “Mavera’da” ve Zafer Çarşısı’ndaki o günler için tek muhafazakâr kitapevi olan Fatih Kitapevi’nde rahmetli Erdem Beyazıt, Akif İnan ve Allah uzun ömür versin Rasim ağabey’i dinlerdik, İnşaallah daha da dinleyeceğiz.
Ve önemli bir ayrıntı. “Yaşayan Çınarları” beslendiği topraklarda anmalı ve dinlemeli. Çınarlar, dinleyenlerin veya sevenlerinin ayağına değil, onları dinleyecekler ve sevenler çınarların ayağına gelmeli. Bu kadar zahmete de katlanmalılar. Çınarlar kolay yetişmiyor. Ve İstanbul’un en köklü çınarları “Yeditepede”dir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.