SABİHA ASTARLI(KS)
1.
“Güzel insanlar birer birer gidiyor
Hiç tadı tuzu kalmadı bu dünyanın
Ayrılık rüzgarları estikçe esiyor
Hiç tadı tuzu kalmadı bu dünyanın“
Bu dizeleri yine bir Şubat gününde aramızdan ayrılan, yakından tanıma bahtiyarlığına erdiğim Esat Coşan Hoca için yazmıştım.
Şimdi de aynı dizeleri Sabiha Ana için tekrarlasam ne beis var...
•
2.
Çankırı’nın, Çankırılıların ve O Güzel İnsanı, bozkırın ortasında nadide bir çiçek gibi yetişen O Osmanlı hanımfendisini tanıyan herkesin Sabiha Anasıydı O.
Tıpkı bir bakraç ayranla fetih ordusunun karşısına çıkan; “ana dolu, ana dolu” deyinceye kadar o güzel ordunun her ferdine içiren ve koskoca ordunun susuzluğunu bir bakraç ayranla gideren Ana gibi.
O bu milletin gönül derinliğini aksettiren ve bizlere “Anadolu” ismini kazandıran ne güzel efsanedir.
Sabiha Ana efsanedeki o ana gibiydi. Kapısına gelip de aç dönen olmadığı gibi; gidenin eline mutlaka bir çıkın tutuştururdu. Elbet bu da yetmezdi. Uzaktaki dostlara ve kırık gönüllere de bu çıkınlardan mutlaka ulaşırdı.
Kimi zaman iyice bunalmış bir ananın sıkıntısını açtığı bir telefonla gideriverirdi.
İşte Sabiha Ana buydu ve artık yoktu.
Nitekim bu yalın gerçek Sarıbaba Kabristanı’ndaki defin sırasında, bir meczubun dilinden yürekleri dağlarcasına şöyle dökülüyordu:
-Sabiha Ana! Beni kimlere bırakıp da gidiyorsun?
Yürek dağlayıcı bu cümle meczubun dilinden defalarca tekrarlanıp Çankırı Kalesi’nde yatan Şehrin Fatihi Karatekin Paşa’ya doğru yankılanırken, acı gerçek bütün çıplaklığıyla ortada duruyordu:
Evet Sabiha Ana artık yoktu.
Bir dergahı tek başına 48 yıl ayakta tutan Çankırılıların Sabiha Anası artık yoktu.
Ötelerden bir haber gelmiş ve gitmişti.
“Ötelerden bir haber geldi gel diye
Duyup adını koydular ecel diye
Bilmezler hüzünlenirken gidene
Bilenler adres gösterdi ezel diye”
Evet O Güzel İnsan ötelerden gelen habere “baş göz üzre” demiş ve birkaç günlük hastahane hayatından sonra özlemini çektiği beka alemine göç edivermişti.
Tıpkı yaşadığı gibi, gösterişten olabildiğince uzak, sessiz ve sakin...
“Sırası gelen gidiyor sessizce
Ölüm denen bir bilinmez bilmece”
Böylece 1927 yılında başlayan ve 07 Şubat 2010 tarihinde sona eren 83 yıllık çile yüklü fazilet abidesi bir hayat sona ermişti.
Giden giderdi de, acaba geriye kalanlar bundan sonra ne yapacaktı, dersiniz?
“Ölüm zor, hasretlik ondan da zor
Ayrılık ateşi yüreğimde sönmeyen kor
Sen bir de onu burada kalana sor
Gidiyoruz gündüz gece”
Kim bilir defin sırasında kaç kişi meczubun hissettiklerin hissetmiş, fakat cesaret edip de duygularını dışa vuramamıştı. Öyleyse ben gerek kendi adıma, gerekse Sarıbaba Kabristanı’nda olup da duygularını dışa vuramayanlar adına, meczubun dilinden bir kere daha haykırmak istiyorum:
-Sabiha Ana! Sevenlerini bırakıp da nereye gidiyorsun?
Evet Sabiha Ana nereye gidiyorsun?
Oysa gittiği yer o kadar belli ve gidiş o denli kaçınılmazdı ki...
Fakat neylersin anaların olmadığı hayattı insanları öylesine inleten...
“Analar bir seher vakti kadar taze ve güzel
Ve bir bahar dalı gibi temiz ve ak
Analara muhtacız ebed ve ezel
Gönüllerde analarla doğar şafak
Analar bir seher vakti kadar taze ve güzel”
“Analar toprak kadar sabırlı su gibi aziz
Ve ciğerlerimizi dolduran temiz hava
Analar ki ağzımızda olan lezzetimiz
Onlardır bizi bağlayan Anadoluya
Analar toprak kadar sabırlı su gibi aziz”
Bir kere bile kendisi olamayan; bir kere bile kendisi için yaşayamayan ve o uzun ömrünü hep dertlilere, çaresizlere adayan ve Astarlızade Mehmet Hilmi Efendi’nin(ks) dergahını sevenlerine 48 yıl açık tutan O Güzel İnsan artık aramızda değildi.
•
3.
Sabiha Ana(ks), Astarlızade Mehmet Hilmi Efendi’nin(ks) oğlu Muhittin bey ile 1947 yılında evlendiğinde yirmi yaşlarındaydı. Gündüzleri baba mesleği olduğu için Muhittin beyin tuhafiyecilik işinde kendisine yardım eder, geceleri ise yine Muhittin beyle birlikte Şeyhi’nin(kaim pederinin) hizmetinde bulunurdu. Astarlızade Dergahına gelin gelmesinden Mehmet Hilmi Efendi’nin 17 Şubat 1962 tarihindeki vefatına kadar geçen onbeş yıllık süre içinde geceleri adeta gözünü kırpmadan geçiren Sabiha Ana Şeyh’inin kendisini ziyarete gelen dostlarıyla yaptığı sohbetlerinden alabileceği kadarını almıştı. Ve Mehmet Hilmi Efendi’nin(ks), bütün ısrarlara rağmen yerine kimseyi bırakmayıp “kendisinin bu zincirin son halkası olduğunu” söylemesiyle Mevlana Halid-i Bağdadi, Hasan Kutsi, Mehmet Emin Konevi, Seydişehirli Hacı Abdullah ve Çerkeşli Hacı Hilmi Efendi’den Çankırılı Hacı Mehmet Hilmi Efendi’ye intikal eden bir nakşi silsilesi daha son bulmuş oluyordu.
Her şeyin sonlu olduğu gibi...
Fakat dergaha bağlı olanların ziyaretleri bütün hızıyla devam ediyordu. Bu da gösteriyordu ki dergah mutlaka açık kalmalıydı. İşte bu aşamada hizmet, Muhittin beyin içine kapanık kişiliği ve evin geçimiyle meguliyeti nedeniyle Sabiha Ana’ya(ks) düştü. Sabiha Ana, kelimenin tam anlamıyla bir dert anasıydı. Fakat böyle bir analığı ve iç sıkıntısıyla dergaha gelenlerin kazandığı huzuru elbet ötelerle ilgisi olmayanlar bilemezler. Bunun içindir ki bu tipler dergahlara da, bir dergahı 48 yıl tek başına ayakta tutan analara da hep düşman olmuşlar ve dergahların kapatılmasını devrimlerinin yerleşmesi için olmazsa olmaz şart olarak kabul edip kendi sakim düşüncelerine göre gereğini yapmışlardır. Hem de öte alemde kesinlikle hesabını veremeyecekleri nice zulümleri işleyerek.
Oysa en başından beri bilinen apaçık bir gerçektir ki, dergahlar açları doyuran, çıplakları giydiren, evsizleri barındıran, yetimleri kollayan, dullara kol kanat geren ve bütün bunları halktan aldığı desteklerle gerçekleştiren, kelimenin tam anlamıyla en sosyal kurumlardır.
Dedik ya, nasibi olmayanlar bunları ne bilsin...
Ruhun şad, mekanın cennet olsun Sabiha Ana...
Seni çok arayacağız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.