Para hepimizi bozdu
Çağımız insanını, bilhassa Müslümanları tehdit eden sinsi bir hastalık var. Kısaca ‘dünyevîleşme’ denilen bu hastalık, ‘para’nın insanlara ‘dost’ görünmesiyle başlıyor. “Para her kapıyı açar” anlayışı, ona gereğinden fazla kıymet vermeyi ve neticede onun belirleyici bir konuma yükselmesini getiriyor.
İnsanoğlunun ‘para’ ile olan imtihanı en çetin imtihanlardan biridir. Yakın zamana kadar ‘mücahit’ olanların önce ‘müşahit’ sonra da ‘müteahhit’ olduğu şeklindeki yaygın kanaat, rencide edici ve yaralayıcı olmakla birlikte bir gerçeğe işaret ediyor. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumu bu slogan özetliyor.
Dindar insanları da tehdit eden bu bozulmanın siyasî ve sosyal temelinde de yine 12 Eylül 1980 ihtilâli var. 12 Eylül darbesinden sonra iktidara gelen ‘dindar kimlikli’ ara dönem yöneticileri, Müslümanları maddîleştirmek için seferber oldular. Sonraki yıllarda çeşitli kişilerce de itiraf edildiği üzere bu dönem, Müslümanların da devlet imkânlarından ‘faydalanma’sıyla neticelendi. Müslümanlar zenginleşti, ama bu zenginleşmeyle ters orantılı olarak inançlarından, kanaatlerinden, sabitelerinden taviz vermeye başladılar. Bozulma, cemiyetle birlikte cemaatleri de sardı.
Tabiî ki insanları ve bilhassa Müslümanları “dünyaya çağırma”, onları dünyevîleştirme gayretleri bu günün meselesi değil. Bilhassa asrın başında bu ‘tuzak’lar kurulmuş ve insanların ‘para’ya ‘tapma’sı tavsiye edilmiştir. Bu durumu en güzel şekilde teşhis eden Bediüzzaman Hazretleri, Müslümanları dünyaya çağıranlara karşı şöyle diyor: “Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: ‘Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti.’
“‘Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût’ (Ahmaklara karşı verilecek en iyi cevap susmaktır) kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıllar bulunduğundan deriz ki: Ey biçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle ‘El-mevtü Hakkun’ hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir?” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 424)
Bu cümleden olarak Diyanet Denetim Elemanları Derneği Başkanı Abdülkadir Sezgin de dikkat çekici bir tesbitte bulunmuş: “Para herkesi bozduğu gibi din adamını da bozdu. Çok ciddî şaibeler, ihtilâflar var. Kurumda herkes paralı iş peşinde.” (Radikal, 26 Şubat 2010)
Elbette bu ağır bir itham, ama “Para din görevlilerini bozmadı, bozamaz” diyebilir miyiz? Herkes gibi ‘din görevlileri’nin bozulması mümkündür. Mümkündür, ama ‘din görevlisi’nin bozulması, bir anlamda ‘tuzun kokması’ anlamına gelir ki buna karşı ‘imdat’ demekten başka çare kalmaz.
‘Din görevlileri’nin bağlı olduğu Diyanet’in hac uygulamalarına getirdiği tenkidlerle de dikkat çeken Sezgin, bazı müftülerin de bu göreve çok genç yaşta tayin edildiğini, bunun da ‘maddî açıdan’ sıkıntılara sebep olabileceğini hatırlatmış.
Daha büyük sıkıntılara sebep olmaması için ‘kırık kol’ların ‘yen içinde’ kalmasına müsaade edilmemeli. ‘Öyle değil’ anlamı çıkmasın, ama en şeffaf olması gereken ‘kurum’ların başında Diyanet gelmeli.
Bozulma şahıslardan başladığına göre, düzeltme çalışmalarını da şahıslardan başlatmalı. El birliğiyle bu tehlikeyi savuşturabilirsek düzlüğe çıkabiliriz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.