İlk sıralardaki sorumluluklarımız

İlk sıralardaki sorumluluklarımız

Hitler ve Mosolini’nin dünyaya dönük gücünü, yalnızca kendi milletine karşı, maskeli bir zulümle yaşatmak hayalinin, banka içi boşaltmak gibi soygunlar, Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi müptezel sahtekarlıklarla yürütmeye kalkışan; brifinglerini yüksek yargıya ayakta alkışlatarak, 1000 yıl zulme saltanat kuracakları hayaline kapılan; vatandaş fişlemesinden, millet evlatlarının katsayı ve örtü yasağı gibi zulümlerle istikbalini karartmaya kalkışan; “Yeşil Sermaye” buluşundan, “yakıtsız otomobil” keşfine gibi sahte işlerle insan ve millet onurunu tahrip eden 28 Şubat Post Modern Darbesinin ibret ve nefretle anılarak ret edildiği kara günleri bir daha yaşamamak için temel sorumluluklarımızı her zaman gözden geçirmek zorundayız.
Bu sorumluluklarımızdan ilk sıradaki ikisi şudur: 1) Hakkı üstün tutan, ahlaki ve insani değerleri öne alan, milletimize yakışan, TBMM’nin hazırlayıp millet onayına sunduğu, milletin haberdar edilip sahiplendiği yeni bir anayasa.
Bu yeni anayasanın daha da öncelik taşıyan bir kısmı var. Adalet mülkün temeli. Adalet kurumunun darbe döneminde kalışı, ülke için tehlikedir. “Defi mazarrat, celbi menfaatten evladır”. Bu bakımdan, “adalet reformu” mutlak bir öncelik kazanmış olan “yeni anayasa”dan da öne geçen bir aciliyet taşımaktadır.
Bütünüyle yeni bir anayasa ve bunun da önüne geçen “adalet reformu”, bu iki konu, günümüzün olmazsa olmazı ve en öncelikli güncel meselelerimizdir. Bir de her zamanın, Müslüman’ın her meselesinin, her anının en öncelikli meselesi vardır. Çoğu zaman güncel öncelikler, her zamanın ve her anın en öncelikli meselesinin önüne geçmektedir. Bütün yanılgılar ve felaketler de bu önceliğin tehirinden ve ihmalinden kaynaklanmaktadır. 28 Şubat ve benzeri felaketler de bu yanılgıdan doğmuştur.
Müslüman’ın temel sorumluluğu nedir? “Emri bil maruf, nehyi an-il münker”. İyiliği yaygınlaştırmak, kötülükleri önlemek. Bunun yolu bilmek, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayırmaktır. Doğruyu yanlıştan ayırabilmek için her şeyden önce doğru habere ulaşmak gerekmektedir. Ali Kalkancı, Fadime Şahin’e oynatılan rolün arasına düşersen, tankın zırhını delen lav silahını “boru” zanneder de üzerine oturursan hakkı tutup batıla karşı çıkma imkanını elbette bulamazsın. Doğru şahitleri, haber kaynaklarını, sahtekarlarını ayıracak ve okuyacaksın. Bunun başka yolu yok. Madem ki aklın var, mazereti de yok. Okumuyor, kendimizi, televizyon reytingcisi aktörlerin peşine takılmaya mahkum ediyorsak, gökte yıldız ararken önümüzdeki çukuru görmeden tekrar tekrar düşmeye mahkum oluruz.
Haber doğruluğundan ve bu noktadaki titizliğinden emin olduğun gazetenin tirajını milyonları aşırmak için günde kaç defa konuşmak, Müslüman’ın temel sorumluluğuna, doğru haberden yana tavır koymaya gayret edip imkan arıyoruz?
Vakit ve Vakit gibi millete doğru haber ulaştırmak için çalışıp gayret eden gazeteler, neden milyonların üzerinde okuyucuya sahip değillerdir? Bilerek taraf olmak... Temel ve değişmeyen soru budur. Hem de bu fırsat her zaman olmaz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi