Yağcılık Dalkavukluk ve 28 Şubat
İslam Dininin sevmediği ve çok çirkin saydığı huylardan birisi de, Allah Teâlâ’ya isyan ederek baş kaldırmış, gücüne kuvvetine güvenerek kul haklarına tecavüzden sakınmamış zalimlerle karşılaşıldığında, onların hoşuna gider bir şekilde konuşmaktır. Buna ahlak ilminde Müdâhene, yağcılık veya dalkavukluk denmektedir.
Oysa vazifesi kalbiyle sevmediği o zalimin yüzüne yağcılık yaparak dost gibi gülmek değil, bilakis hakkı tebliğ ile ikaz ve nasihat etmektir.
Yağcılık ve dalkavukluk bile böyle sevimsiz ve yerilmiş olduğu halde, üstelik bir de onları sevmek ve desteklemek ise, imanın kimliğinin gitmesi ve cehennem azabının gelmesi demektir. Bir müslümandan asla beklenilmeyecek bir iştir doğrusu bu.
Müdâhene, yağcılık ve dalkavukluk etmek, haram işlemeğe râzı olmayı gösterir. Gerek olmayan yerde konuşmayarak susmak çok iyidir amma, hakkı ve hayrı söyleyecek veya bir yanlışı düzeltecek, bir zalimi durduracak yerde asla susulmaz. Hele de insanların o konuda bilgiye ihtiyaçları varsa, susmak haramdır.
Bu tür susmalar, geçmiş ümmetlerden bir kısmına başta deprem ve heyelan ile toprak altında kalma olmak üzere bir çok ilahî azâbın gelmesine sebep oldu. Kur’an-ı Kerîm’in sırf bu yüzden helak olduklarını anlattığı kavimler vardır:
"Sizden önceki devirlerde insanları yer yüzünde fesad çıkarmakdan vazgeçirmeye çalışacak, bu sûretle onları helâktan kurtaracak fazîlet sâhibleri bulunmalı değil miydi? Senin Rabbin, ahâlisi hem nefisleri, hem yekdiğerini ıslah edip dururken, o memleketleri sırf şirk yüzünden helâk edecek değildi ya." (Hud: 11/116-117).
Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir: “Ama bunların arasında sâlihler, yani iyi insanlar da vardı?”
Böyle bir sorusuya Sevgili Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Evet, sâlihler de zalimlerle birlikde helâk oldular. Çünkü, Allah’a isyân olunurken susmuşlardı. Onlardan ayrılmamışlardı.”
Yine bazı hadislerde “Ümmetten bir kısmının kabirlerinden maymûn ve hınzır şeklinde kalkacakları” bildirilmiştir. Sebebi de şöyle açıklandı: “Bunlar Allah Teâlâ’ya isyân edenlerin arasına karışanlar, onlarla berâber yiyip içenler, onlara tepki göstermeyenlerdir.”
Öyle ise cemiyette herhangi bir fenalık zuhûr eder etmez, onu küçük görmeyip, bunun yok edilmesi için azim ve ciddiyetle üzerine gidilmesi gerekir.
Nitekim İbnu Abbâs, "Öyle bir fitneden sakının ki, o (geldiği zaman) içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (âmmeye de sirâyet ve hepinizi perîşan eder), hem bilin ki Allah şüphesiz azabı çetin olandır." (Enfâl: 8/25) âyetini tefsîr ederken şu netîceyi çıkarır:
“Cenâb-ı Hakk burada mü'minlere, aralarında tek bir münkerin yer etmesine meydan vermemelerini emretmekte ve bu emre uymayanları azapla korkutmaktadır.”
Aksi takdirde bidâyette çok mahdud bir azınlık tarafından işlenmeye başlanan münker, yani kötü ve çirkin işler, zamanla çoğunluk tarafından benimsenecek ve kaçınılması imkânsız, herkese ulaşacak felâketlere sebeb olacaktır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur:
"Cenâb-ı hakk azınlığın ameliyle çoğunluğa azab vermez. Ancak çoğunluk, aralarında azınlığın münker (fena) amellerini görürler, fakat müdâhaleye güçleri yettiği hâlde seslerini çıkarmazlar. Onlar böyle davrandıkları için Cenâb-ı Hakk azınlığa da, çoğunluğa da birlikte azab gönderir." .( İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/383.)
Öyleyse aramızda fenâlık açıktan açığa işlendiği takdirde buna karşı çıkmaz ve sesimizi yükseltmezsek, hepimiz de cezayı hak etmiş oluruz demektir.
28 Şubat, balyoz, kafes, çarşaf ve benzeri fitnelere karşı topyekun olarak tepkimizi koymalı ve sesimizi yükselterek “hayır” demeliyiz.