Kurtar kurtar bitmiyor!
Balkan Savaşı’nı (08 Ekim 1912 - 30 Mayıs 1913) Osmanlı Devleti kaybedince, Balkanlar’daki küçüklü büyüklü devletler, eski efendilerinin yorgun ve yaralı bedenine üşüşüp gagalamaya başladılar...
Eski “çömez”lerimizden Bulgaristan, bizden 25 bin 257 kilometrekare toprakla bu topraklarda yaşayan 984 bin nüfus kopardı...
Vaktiyle Atinalı papazların dâveti üzerine fethettiğimiz Yunanistan 55 bin 919 kilometrekare toprakla 1 milyon 859 bin nüfus apardı...
Sırbistan 41 bin 873 kilometrekare toprakla 1 milyon 942 bin nüfus, Karadağ 5 bin 590 kilometrekare toprakla 161 bin nüfus, Arnavutluk 25 bin 734 kilometrekare toprakla 800 bin nüfus götürdüler. Yakın tarihimize “Babıali Baskını” olarak geçen olay, işte bu ortamda gerçekleşti.
Takvimler, 23 Ocak 1913’ü gösteriyordu. O tarihte Sultan Abdülhamid çoktan tahttan indirilmiş (27 Nisan 1909) ve Selanik’e sürülmüştü. Onun halliyle birlikte memleketin düzeleceği beklentisi ise çökmüş, her şey çığırından çıkmıştı. Artık onu tahttan indirenler bile pişmandı. Ama artık iş işten geçmişti. Fakat ordu bu elim başarısızlıklara rağmen İttihad-Terakki iktidarını destekliyordu...
Bu da doğal olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne başarısızlıklarından dolayı muhalefet edenlerin arasında hoşnutsuzlukla karşılanıyordu.
İttihatçı subayların ayrıcalıklı konumlarına karşı olan ve ordunun siyasetten ayrılmasını isteyen bazı subaylar “Halâskâr-ı Zabitân” isimli gizli bir örgüt kurdular... (Kurucular: Binbaşı Gelibolulu Kemal, Kolağası Kastamonulu Hilmi, Süvari Kaymakamı Recep, Bahriye Binbaşısı İbrahim, Kolağası Kudret)...
İttihadcılara muhalif olan İtilaf ve Hürriyet Partisi (Kurucuları: Damat Ferit Paşa, Gümülcineli İsmail Bey, Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Refik Halit Karay, Ali Kemal, Lütfi Fikri (Düşünsel), Rıza Nur) tarafından da desteklendiler...
Halâskâr-ı Zabitan’ın amacı, başarısız buldukları İttihad ve Terakki iktidarını darbe ile yıkmak ve yönetime hâkim olup orduyu siyasetten arındırmaktı. Bu amaçla bir “muhtıra” hazırlayıp hükümete verdiler... Bu muhtıra içerik olarak şimdikilere şaşılacak kadar benziyor. “Kurtarıcılar” özetle “Memleketin uçurumun kenarına getirildiğini” söylüyor ve gerçekleştirmeyi tasarladıkları darbeye “meşru zemin” hazırlamaya çalışıyorlar...
Onlara göre “Memleket ve devlet hufra-i inkıraz ve pençe-i izmihlaldir”... Yani memleket uçurumun kenarında ve yıkımın pençesindedir!
Bu tespitten sonra, çözüm bellidir: Halkın vermediğini “cebren ve hile ile” almak: Yani hükümet darbesi yapmak... Ancak ülke yeterince karışık değildir. Darbenin geniş kitleler tarafından hazmedilebilmesi için ortamı “biraz karıştırmak” lâzımdır: Tâ ki, ihtilâl iyice olgunlaşsın!
Bunun en kestirme yolu ise önemli isimleri öldürmektir... Bu karardan sonra Sadrazam (Başbakan) ve Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Mahmud Şevket Paşa’yı namlunun ucuna koyarlar.
Milâdi takvimler 11 Haziran 1913’ü gösterirken, “Halâskâr-ı Zabitan”, yani “Kurtarıcı Subaylar” Grubu harekete geçti...
Babıáli’ye (Başbakanlığa) gitmek üzere yola çıkan Sadrazam (Başbakan) ve Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Mahmud Şevket Paşa’yı Çarşıkapı sapacağında, Fatma Sultan Çeşmesi’nin hemen yanında kıstırıp yaylım ateşe tuttular.
Sadrazam’ın yanında Başyaveri (Seryaver) Eşref Bey, Bahriye yaveri İbrahim Bey ve koruması Kâzım Bey vardı. Önce Sadrazam’ın koruması Kâzım Bey’i öldürdüler...
Suikast grubunun reisi Ziya, siperlendiği yıkık bir duvarın arkasından silahını ateşleyerek şarjördeki bütün mermileri Kâzım Bey’e sıktı...
Başyaverle Bahriye yaveri İbrahim Bey de, diğer teröristlerin kurşunları ile şehit oldular.
Sadrazam Mahmud Şevket Paşa tabancasını bile çekemedi; muhtelif yerlerine isabet eden beş kurşunla katledildi.
Saldırganlar, Sadrazam Paşa’nın öldüğünden emin olunca, arızalı süsü verdikleri bir otomobile doluşup kaçmaya başladılar.
Teröristlerden sadece Topal Tevfik kaçamadı. Topal olduğu için hızlı koşamamış, terörist arkadaşlarını kaçıran otomobile yetişememişti. Yaya kaçmaya çalışırken yakalandı.
Tetikçi Topal Tevfik hemen konuştu: Saldırganlardan Ziya, Eczacı Nazmi, Bahriyeli Şevki, Hakkı, Abdurrahman ve Hakkı ele geçirildiler.
Hakkı’dan alınan bilgiler sayesinde, suikast emrini veren Kolağası (Yüzbaşı) Kâzım ve adamları bir “hücre evi”nde basılıp gözaltına alındılar.
Miralay (Albay) Fuad Bey, Kaymakam (Yarbay) Zeki Bey gibi cuntanın önde gelen isimleri de ele geçirildi.
“Kurtarıcı Subaylar” Sadrazam Mahmud Şevket Paşa suikastından sonra bir bir ele geçmeseydiler, İttihat ve Terakki iktidarının tüm önderlerini öldüreceklerdi.
Sanıkların evlerinde suikast yapılacakların isimleri ve evlerinin krokileri bulundu! (Bugünle bire bir nasıl da örtüşüyor)...
Yapılacak darbeden sonra dağıtılacak, “Osmanlı ulusuna ve ordusuna sesleniş” başlıklı bildiriler de ele geçirildi.
Divan-ı Harp’te yargılanan subaylardan 12’si Beyazıt Meydanı’nda asıldı. 322’si sürgüne gönderildi.
Sonuç olarak, “Kurtarıcı Subaylar” kendilerini bile kurtaramadı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.