Şeytan Amerika’nın küresel imparatorluk stratejisi (2)
Amerika, Afganistan’daki, Irak’taki zorbalığını, barbarlığını başka yerlere taşımaya çalışıyor. “Babasının çiftliği gibi”, bombalarıyla, ajanlarıyla, özel kuvvetleriyle tüm dünyada cirit atıyor. Amerika, adeta “dünya şerifi” havasında. Küresel imparatorluk uğruna herkese tehditler yağdırıyor, emirler veriyor, darağaçları kuruyor... Kan akıtıyor, toplu katliamlar gerçekleştiriyor.
Şüphe yok ki, Amerikan egemen elitinin imparatorluk hudutlarını genişletme ve hükümranlığını pekiştirme stratejisinde, dinî enstrüman, Hıristiyanlığın emperyal amaçlar için kullanımı ile sınırlı değildir. İslâm dini ile Müslümanların da bu küresel projenin hayata geçirilmesinde değişik biçim ve dozlarda kullanılmak istendiği gözlenmektedir. İdeolojik ve ekonomik olarak denetlenip yönlendirilemeyen ülkelerde ise, devreye fiilî işgal siyaseti girmektedir. Bu emperyal siyasetin ilk tezahürü, Afganistan olmakla birlikte, en bariz göstergesi Irak işgali ve hemen arkasından başlayan yarı sömürge idaresi inşâ sürecidir. Afganistan ile Irak arasında böyle bir ayrıma vurgu yapılmasının sebebi, iki ülkenin toplumsal yapısı ile jeopolitik konumlarında gizlidir. Afganistan’ın küresel popülaritesinin zayıf olması ve toplumsal yapısının elverişsizliği, Irak’ı yeni hükümranlık siyasetinin hedefi hâline getirmiş; buna karşılık Afganistan, uzun hedefli Asya stratejisinde “ileri karakol statüsü”nde kalmıştır.
Bunun için, 11 Eylül trajedisinin hemen ardından “Haçlı Seferleri” sözünün Batılı devlet adamlarınca telâffuz edilmesi, bir tesadüf olarak geçiştirilemeyecek kadar önemli ve dikkat çekicidir. Zira, aynı süreçte dünya gündemini işgal etmeye başlayan “dinler ve medeniyetler arası savaş” ve “liberal emperyalizm” gibi Batı-merkezci küresel paradigmalar ile birbirlerini tamamlayarak bir bütün oluşturmaktadır. Bu yarı-resmî ideolojik iklim, Batı’nın tarihsel-dinsel önyargılarının şekillendirdiği kolektif bilinç altını harekete geçirerek imparatorluğun askerî işgale varan tasarruflarına meşruluk zemini hazırlamaktadır. “Ilımlı İslâm siyaseti”, Batı’nın dünya ve toplum tasavvurlarına temelde aykırılık içermeyen din inşâ etme stratejisinin ve buna dair projeler geliştirmenin bir diğer adıdır. Bunun için de, Ilımlı İslâm tanımlaması, dolayısıyla kategorileştirme çabası, gerek kavramsal muhtevası, gerekse küresel reel politikadaki kullanımı bakımlarından ayrı ayrı önem taşımakta ve sonuçta Batı’nın küresel egemenlik stratejilerinin başarısı için dinlere müdahil olması gerçeğine işaret etmektedir. Çünkü, Amerikan devletinin klâsik hegemonya araçlarının yetersizliği, dinlerin/din adına hareket edenlerin kullanılması ya da karşı karşıya getirilmesi gibi çok tehlikeli bir silâha sarılmasına yol açmaktadır.
“Ilımlı İslâm stratejisi” küresel siyaset düzleminde ele alındığında ise, kavramın/projenin güncel hükümranlık mücadelesindeki araçsallık boyutu ön plâna çıkmaktadır. Bu çerçevede, Batı’nın, özellikle de ABD’nin küresel imparatorluk siyasetinde dini kullanış biçimleri önem kazanmaktadır. Artık iyice gün ışığına çıktığı gibi, Amerika’da Hıristiyanlığın neo-muhafazakâr yorumu, bir taraftan imparatorluk projesinin ilâhî meşruluk temellerini oluştururken, diğer taraftan toplumsal desteğin yönlendirilmesinin manevî itici gücü olarak kullanılmaktadır. İçe ve dışa dönük böyle bir “imparatorluk ideolojisi” inşasında, İslâmiyet’in evrensel düzeyde yayılma eğilimi ile beşeri ideolojileri toptan reddeden İslâmî yapıların meydan okumaları, Emperyalist Amerika açısından küresel imparatorluğun tesisini hem gerekli hem de anlamlı kılmaktadır.
Şeytan Amerika, İslâm topraklarında küresel imparatorluğun stratejik çıkarlarına ve jeopolitik hükümranlığına hizmet eden dini grupları dolaylı veya dolaysız bir şekilde sahiplenir. Çünkü Şeytan Amerika, küresel imparatorluğun hükümranlığını daha elverişli zeminde sürdürebilmesi için, sadece Hıristiyanlığa değil, Müslümanlığa ve Müslümanlara da ihtiyacı vardır. Ancak bunun için, öncelikle küresel hegemonyaya karşı koyabilme bilincinin köreltilip, reflekslerin törpülenmesi lâzımdır. Bu çerçevede gündeme, ister istemez, Batı’yla olabildiğince uyumlu ve neoliberal küreselleşmeye eklemlenmeye hazır bir psikolojiye ve değerler sistemine dayalı “Ilımlı İslâm” yaklaşımı gelmektedir. Böyle bir yaklaşımın Müslüman zihinlere ve yönetimlere hâkim kılınması, her şeyden evvel Amerika merkezli küresel kapitalizmin başarısı bakımından da hayatî önemi haizdir. Şunu bilelim ki; küresel sermayenin ve politik aktörlerin amaçlarına uygun düşen İslâm yorumu ülkemizde ılımlı İslâm olarak nitelendirildi. Oysa Ilımlı İslâm, post-modern imparatorluğun Türkiye üzerinden İslâm coğrafyasında gerçekleştirmek istediği hedeflerin politik adıdır. Müslüman toplumlar arasında dayanışmanın zeminini oluşturan ümmet ruhunun kaybedilmesi, İslâm’ın etnik yapıyı ve dili merkeze alan ulusçu ve seküler/pagan bir mantık zemininde dünyadan ve sosyal hayattan kopuk bir şekilde anlaşılıp yaşanmasını hedefleyen laikçi bir zihniyetin egemen olması Batı’nın ve oryantalist merkezlerin ılımlı İslâm projesinin hedeflediği şeydir. Rabbimiz bizi uyarıyor:
“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.” (Ali İmran Suresi/ 100)
Bu ayet-i kerime, biz Müslümanları emperyalist Amerika’nın stratejilerine destek olmaktan, işlerlik kazandırmaktan menetmektedir. Amerika’nın İslâm topraklarında gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmek istediği bütün işgallerin ve istilâların amacı; Müslümanları önce kâfirleştirmek ve daha sonra da köleleştirmektir. Çünkü Müslümanları kâfirleştirmeden, köleleştirmeden küresel imparatorluk stratejisini tamama erdirmek mümkün değildir. Bakınız ‘ABD Silahlı Kuvvetleri’nin resmi yayın organı olan “Armed Forces Journal” dergisinin son sayısında “Kanlı sınırlar” başlığıyla garip bir yazı yayınlandı. Emekli Albay Ralph Peters’in kaleme aldığı yazıda Türkiye’den Pakistan’a kadar “Geniş” ya da “Genişletilmiş” Ortadoğu’nun haritasının yeniden çizilmesi, yeni devletler kurulması öneriliyor. Hatta bunun zamanının geldiği iddia ediliyor. Öneriyi “Alt tarafı bir emekli albayın görüşü” diyerek geçiştirmek yanıltıcı olur. Çünkü Ralph Peters, sıradan bir emekli asker değil: Başkan Bill Clinton’a askeri strateji danışmanlığı yaptı. “Sürekli Çatışma”, “Geleceğin Savaşı?”, “Değişen Dünyada Strateji”, “ Post-modern Savaş ve Barış” gibi, hepsi de çok yankı yapan stratejik araştırmalar yayınladı. Bakınız; “Bu yüzyılda ABD silahlı kuvvetlerinin rolü dünyayı ekonomimiz için güvenli bir yer ve kültürel dinamizmimiz için açık bir alan yapmak olacak. Bu amaçlara ulaşmak için epey katliam yapacağız” diyen Ralph Peters, “American Enterprise Institute” adlı düşünce kulübünün beyin takımında yer alıyor. Kısacası Amerika kanla, katliamla küresel imparatorluk peşinde koşan kanlı bir katildir. Bu kanlı katilin katliamlarını durdurmak için harekete geçenlere yardımcı olmak, dinimizin bizden istediği farz olan mücadelenin gereğidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.