Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Hâkimiyet kayıtsız şartsız benimdir

Hâkimiyet kayıtsız şartsız benimdir

Hâkimiyet, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. İnsan topluluğunun olduğu her yerde hâkimiyetten söz edilebilir. Çoğu zamanlarda çoğunluğun değil de belli kimselerin ve belli kesimlerin elinde yürütülmüştür.
Hâkimiyet, içe dönük ve dışa dönük olmak üzere iki kısımda ele alınabilir. Birincisi kendine hükmetmek, ikincisi başkalarına hükmetmektir. En kolay olanı başkalarına hükmetmektir. Zira bunda, başkalarına dayanmak ve onları kullanmak söz konusudur. Kendine hükmetmek ve kendine rağmen hükmetmek en zor olanıdır.
Başkalarına hükmetmek de iki türlüdür: Biri mutlakıyet anlamındaki hâkimiyettir. Ki yakın tarihe kadar insanlık bu tür hâkimiyetle yönetilmiştir.
Her hangi bir yolla insanlar üzerinde hâkimiyet kurarak hükmeden, onların velayet ve hâkimiyetlerini eline geçiren kişi ya da guruplar bu hâkimiyetlerini kullanmışlar, toplumlarını buna dayanarak yönetmişlerdir.
Mutlak anlamda hâkimiyet sahibi olan yöneticiler, toplumları kendi kafalarındaki doğrulara göre yönetmişlerdir. Ancak, bu tür yöneticilerin iradesine hükmeden, onların yanlışlarını doğrultan bir mekanizma yoktu.
Hâkimiyetin ikinci şekli, millet fertlerinden emaneten alınan hâkimiyettir. Bu tür hâkimiyet daimi değildir. Bunun anlamı şudur:
Eğer emanetin sahipleri bu emanete riayet etmezlerse, sahibi olduğu emanetini geri alabilir. Bunun usulleri ve kaideleri bulunur. İşte demokrasilerdeki hâkimiyet ile İslam dünyasında uygulanan hilafet sistemindeki hâkimiyet böyledir.
Batı bu usulü aldı ve mutlak anlamdaki hâkimiyeti bıraktı; milletin iradesine dayalı hâkimiyetin esasını aldı, yaşattı ve siyasi anlamda da sosyal anlamda da rahatladı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Atatürk’ün getirdiği “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesine dayalı olarak kuruldu. Bunun anlamı şudur: Şahıslar aradan çekilecek, nefis ve nefsaniyet hesaba katılmayacak, yönetimde millet hâkim olacak, millet ne derse o olacaktır.
Ne yazık ki, Cumhuriyet, kurulduğu bu temel ilkeye dayalı olarak yönetilmemiş, belki bir levha olarak asılı duran bu ifadenin altında, “hâkimiyet kayıtsız şartsız benimdir” ilkesi benimsenmiş ve ülke bir asra yakın zamandan beri böyle yönetilmiştir.
Şimdi akıllı ve insaflı olan kişinin düşünmesi gerekir. Ben dürüst olmalıyım, inanmadığım ve gereğini yerine getirmediğim bir ilkeyi değil de kendi ilkemi savunmalıyım! Demelidir. Dürüst olan insan yaptığı ve uyguladığı işin bağlı olduğu ilkeyi savunur.
Ülkenin en yüksek kurumlarının başında bulunan insanlar, maalesef “hâkimiyet benimdir” ilkesine göre hareket etmişlerdir, hâlâ da bunu sürdürmektedirler. Fakat bunu yapmaya hakları yoktur. Bunun yapılacağı yer dikta rejimlerin uygulandığı ülkelerdir.
Gitsinler o ülkelerde hâkimiyetlerini sürdürsünler. Bir milletin hâkimiyetini istismar ederek kendi düşüncelerini, milletin verdiği makamlara sığınarak, ellerindeki güce dayanarak yönetim ilkesi gibi dayatmaya hakları olamaz.
Millet ne istiyorsa o olur. Millet ile oynanmaz, millet ile şaka yapılmaz, millet ile alay edilmez. Millet her şeyin farkındadır. Sabırla ve teenni ile beklemektedir. Fakat bu millet imparatorluklar kuran büyük bir millettir. Bu gibi basit siyaset anlayışlarını aşar ve tekrar ülkeyi eski ihtişamına kavuşturur. İnşallah kavuşturacaktır da...
“Hâkimiyet benimdir” safsatasının arkasından gidenler, bu milleti tanımıyorlar. Kendilerini de tanımıyorlar. Bilerek veya bilmeyerek Türk Milletinin önünü kesiyorlar, çağdaş medeniyetle arasını açmaya ve dünya ile bağlantısını kesmeye çalışıyorlar.
İster istemez aklımıza gelen düşünce şu olmaktadır: Bu milleti sevmeyen birileri vardır ve bu birileri ülkenin kargaşa içinde olmasını, çözüm bekleyen meselelerini düşünüp tartışıp halletmesini değil, tali meseleler çıkartarak oyalanmasını istemektedirler; kendi sorunlarını halletmelerini asla istememektedirler. Bu hareketleri yapanlar işte bu düşüncenin bir parçası olmaktadırlar.
Milletin kendi kendini yönetmesine razı olmadıkları için, her hayırlı işte kavga ve kargaşa çıkararak bu milleti sevmeyenlerin yapabileceği işleri yapıyorlar ve millet evlatlarına kan kusturuyorlar.
Katsayı meselesi çıkarıyorlar, olmayan başörtüsü yasağını çıkarıyorlar, suç işleyenlerin muhakeme olmamasını istiyorlar, savcılara ve mahkemelere baskı yapıyorlar, bir kısmı askeri gücü ellerinde bulundurdukları için sivil mahkemelere teslim olmuyorlar.
Acaba bunu neden yapıyorlar? Bunlar devlet içinde başka bir statüye mi tabidirler? Korunmuş arınmış insanlar mıdır bunlar? Statüleri eğer farklı ise, bir devlet yapısı içinde özel haklara sahip vatandaşlar olabilir mi?
Milletini seven bir asker, ister general olsun ister er fark etmez, en ufak bir itham söz konusu olunca çıkıp kendini aklaması ve adil mahkemeler önünde yargılanarak millete hesap vermesi lazımdır.
Kişiler sadece özel işlerinden dolayı millete hesap vermezler. Milletten aldıkları ve millet adına yürüttükleri görevlerden dolayı kaçamazlar; kaçmamalıdırlar. Fakat kaçsalar da asla kurtulamazlar. Millet yakalar, millet hesap sorar ve gereğini yapar. Millet unutmaz. Millet herhalde bunlardan daha büyüktür.
Bir general mahkemeye gidip ifade vermiyorsa, bunun anlamı “ben suçluyum ve güçlüyüm, gücüme dayanarak ifade vermiyorum” demektir. Bir profesör mahkemeye çağrılsa, konu ne olursa olsun, tıpış tıpış giderek ifade verir. General profesörden daha mı çok haklara sahiptir ki, milletten, milletin kutsal mahkemelerinden kaçmaya çalışır? Bu yanlışları artık yapmamak lazımdır.
Eğer yanlış yapan vatandaşlar varsa, kaçmakla kurtulacaklarını sanmamalıdırlar. Kaçmak ve örtbas etmek kurtulmak için yeterli değildir. Kurtulmanın yolu mahkemeler karşısında itaatli vatandaş olmaktır. Mahkemeler adalet yeridir. Adalet kutsaldır. Devletin temeli adalet üzerinde kaimdir. Eğer adalet çekilirse ortada devlet kalmaz; olsa olsa çete kalır. Hâkimiyet gerçekten milletin olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi