Serdar Arseven

Serdar Arseven

Genelkurmay ve Diyanet

Genelkurmay ve Diyanet

Bugün “Bakan itiraflarına” yer verecektik. Olmadı.
Diyanet İşleri Başkanı’nın “Kur’an’ın nüzulünün 1400. yılı ve Diyanet’in kuruluşunun 86. yıldönümü” dolayısıyla yaptığı konuşmaya takıldık.
Başbakan ve Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı’nın da katıldığı “merasim”;
Erhan Mete, İbrahim Altuntaş, İlhan Tok, İshak Daniş ve İsmail Coşar Hocaefendilerin Kur’an-ı Kerim-İlâhi ziyafetiyle başladı. Başkan Ali Bardakoğlu’nun konuşması da ziyafetin “tuzu biberi” oldu.

Acı gerçekleri, konuşmasının çeşitli bölümlerinde son derece çarpıcı ifadelerle ortaya koydu Prof. Dr. Bardakoğlu.
Bazı bölümlerde ise, “inceden” dokundurmalar vardı.
Dokundurma?.. Mesela şu cümlesi ilginç değil mi:
“Tıpkı 3 Mart 1924’te aynı kanunla kurulan GENELKURMAY BAŞKANLIĞI gibi siyaset üstü bir kurum olarak tasarlanan DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’nın, başlangıçta YÜKSEK İTİBARLI bir kurum olarak tasavvur edildiğini; ancak bu öngörünün ve bu yöndeki ilk dönem uygulamalarının ilerideki dönemlerde çok iyi algılanamadığını, korunamadığını ve kurumun giderek SIRADANLAŞTIĞINI söylersek, haksızlık etmiş olmayız.”

Evet.
Sayın Başkan, Genelkurmay ile aynı tarihte ve tıpkı onun gibi büyük ideallerle kurulduklarını; ancak zaman içinde “sıradanlaştıklarını” ve “itibar aşınmasına uğradıklarını” söylüyor.
Başkanlığın sıradanlaşıp sıradanlaşmadığı bir kenarda dursun da...
Sayın Başkan’ın, Genelkurmay’a özellikle işaret etmesini neye bağlarsınız?

Programı birlikte takip ettiğimiz Diyanet önde gelenleriyle görüştüm;
“Sayın Başkan, Genelkurmay’a gösterilen devlet ilgisinin milyonda birinin kendilerine gösterilmediğinden mi şikâyetçi acaba?” sorusunu attılar önüme.
Bu böyledir.
Türkiye gibi bir ülkede, silah tutan elin, tespih tutan elden “daha etkin” olması normaldir.
Batı’da böyle değil; oralardaki Genelkurmayların mensupları “Dinî kurumlara” bağlıdırlar, ordularında “Din Subayları, Papazlar, Rahipler, Rahibeler” vardır.
Oraların, “Dinî Müesseseleri”, askeriyelerinden daha etkindir.
Burası Türkiye. Kendince lâik.
Böyle bir modelde; Diyanet’le Genelkurmay’ı bir arada anarsanız, “Türkiye tipi lâikliğe” aykırı davranmış olursunuz!..

Evet..
Diyanet’in “devlet nezdindeki itibarı” maalesef fevkalade düşük durumdadır.
Millet nezdindeki itibarı ise, tereddütsüz ifade edelim, hiç de fena sayılmayacak durumdadır.
Ben bunu, “sistemin” bütün itibarsızlaştırma çabasına rağmen, Başkan’ından, en alt düzeydeki mensubuna kadar Diyanet personelinin (kahir ekseriyle) “olumlu davranışlar” içinde olmasına bağlıyorum.
Büyük hatalara imza atanların sayısı oldukça sınırlı, vatandaş da camideki hocasını seviyor.

Başkanın aynı cümlede ismini andığı Genelkurmay ise, hepimizin gönlünde özel bir yere sahip olmasına rağmen, mensuplarının bariz hatalarından dolayı maalesef hayli aşınmaya uğradı.
Bu kurumun yetkilileri, son 60 yılda o kadar çok hata yaptılar; bu aziz milletin değerlerini direkt olarak hedef alan öyle hazin darbelere, muhtıralara imza attılar ki...
Bir kuruma ancak bu kadar kötülük yapılır!..
Unutulur mu hiç;
“Paramız yok ki güvenli karakol yapalım” diyen hangi paşaydı?!..
“Biri”lerinin “boru” dedikleri “silah”; “mühimmat” dedikleri “bomba” çıktı; “kuru” dedikleri ise iliklerine kadar “ıslak!..”
Ashab-ı Kiram’a ve İstiklal Şairi Mehmet Âkif Ersoy’a hakaret ettikten sonra; bu aziz millete dönüp; “Hepinizi belleyeceğiz” diye hücum eden hangi Paşaydı?
Başbakan’a küfür eden...
“Sincan’da Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz tank yürüttüğünü” açığa vuran Paşalar vardı.
Ağır “hasta” denilen E. Paşa, Vakit’in bastığı üzere “dansta”ydı!..
Bu yazı bir kilometre sürse misaller bitmez.
Ve doğrudur; bunların hiçbiri “kurum” olarak TSK’yı bağlamaz.
Bağlamaz da; itibarına maalesef büyük zarar verir!..
Demem o ki; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın muvazzaf ve emekli mensuplarının kurumlarına zarar veren “hataları”; Genelkurmay’ınkilere nispetle çok azdır.
Onun için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “sıradanlaştığını”, “itibar kaybettiğini” söylemek çok da isabetli değildir.
Lâkin Sayın Başkan, “Bir başka anayasal kurum olan Genelkurmay’ın mazhar olduğu ilginin milyonda birine razıyız” demek istiyorsa, hak vermek gerekir.
Gerçekten de, yüzbini aşkın Diyanet mensubu, aileleriyle birlikte bu sistemin üvey evlatları gibidir.
“Fırça çekilmesi”, “itilip kakılması”, “eylemsizliğe mahkûm edilmesi” en kolay olanı.
Bir imam hakkında iddia mı var?..
Araştırmaya-soruşturmaya gerek yoktur!..
Çıkar AK Parti’nin İnsan Hakları Komisyonu’na Başkan yaptığı sosyal demokrat; “Bu adama en ağır ceza verilmeli. Derhal memuriyetten atılmalı” der!..
Sahip çıkanı yok ya; vur, gitti gider!..

Hâl budur...
Diyanet İşleri Başkanı, şikâyet etmekte haklıdır.
Başbakan’ın ve ilgili Devlet Bakanı’nın karşısında dile getirdikleri de fevkalade isabetlidir:
“Ankara’daki birçok ‘önemli’ kurum arasında yer edinmekte zorlanan, her bir yeni ve önemli kurum ortaya çıktığında durumu tekrar gözden geçirilen, 657’nin sistemi içine alınarak ve bürokratik yapısı güçlendirilerek hâl çaresi bulunduğu varsayılan, kamusal niteliğini kimilerinin lâiklik adına reddettiği, kimilerinin sivilleşmesini ve özerkliğini Cumhuriyet adına tehlikeli gördüğü bir kurum oluverir. Kimine göre devletin dini kontrol ve baskı altında tutmasının bilinen en açık yöntemi...”
Bu nedir?..
Diyanet İşleri Başkanı’nın “isyanı” değilse de “feryadı.”
“Rahatsızlığını” cümlelerinin bazılarında açıkça, bazılarında ise örtülü olarak dile getiriyor Başkan.
“Genç Diyanetçiler Rahatsız!..”
Camiadaki sıkıntı, işte böyle tepeye vuruyor.
Diken üstündeki 4-B (sözleşmeli) imamlar, diken üstünde oturmaya bile razı işsiz-aşsız vekil imamlar, Kur’an Kursu öğreticileri, sınavları şakır şakır kazandıkları halde öğreticilik hakkı verilmeyenler, boş camiler-boşta bekleyen ilahiyat, İmam Hatip mezunları...
“Tekel’ciler” gibi “eylem” yapsalar...
Ne yapacaklar ki; “Namaz yavaşlatma eylemi” mi?..
Başkan mahkûm; imam, müezzin, mahkûm...
Daha fenasından “dua”lar koruyor olmalı.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi