Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Frankeştayn gıdalar... Terminatör profesörler!

Frankeştayn gıdalar... Terminatör profesörler!

Muhabirimiz Ertuğrul Cesur'un Ankara'dan geçtiği haberi Yayın Kurulu'nda görüşüp, "Bu haberi hangi başlıkla verelim?" diye tartışırken, benim aklım, 3-4 yıl önceki "okuyucu telefonları"na gitti...
O günlerde, hem de "İslâmi hassasiyeti" olan bir televizyon kanalında "İsrail'i tanıtıcı" bir program yapılmıştı... Okuyucularımın "telefon yağmuru"nun sebebi, işte bu programdı... Okurlarım, “İsrail’i adeta bir yeryüzü cenneti gibi tanıttılar” diyorlardı... Programın her dakikasında, “İsrail’in çölde kurduğu medeniyet”e övgüler yağdırılmış!.. Filistinlilere yapılan “zulümler” hiç gündeme getirilmezken; İsrail, adeta “dikensiz gül bahçesi” gibi gösterilmiş!..
“Kibbutz”larda yaşayan Yahudi çocukların “mutlu ve gülen yüzleri” yansıtılmış ekrana!..
Bir de “örnek” verilmiş...
Meselâ, Irak’ta bir “hurma ağacı”ndan 80 kilo hurma toplanırken, İsrail’de “180 kilo hurma” elde edildiği vurgulanmış!..
Bu da;
İsrail’in, hem de “çölde” ne kadar başarılı işlere imza attığının göstergesiymiş!..
İşte bunlar anlatılmış programda!.. Anlattıkları da; “renkli” ve “cazip” görüntülerle desteklenmiş!..
İşte buna kızıyordu okurlarım!..
“Filistinliler İsrail zulmü altında inlerken, bu program niye?.. Programda, resmen İsrail propagandası yapıldı!.. İsrailli askerlerle senli/benli konuşmalar yapıldı, ama onların öldürdüğü Filistinlilerden hiç söz edilmedi!”

ALTINDAN DA DEĞERLİ TOHUM
Beni arayan okurlarıma şu soruyu sormuştum:
“Sizin kızdığınız İsrail mi, yoksa televizyon kanalı mı?"
İsrail’e kızanlar da vardı, televizyon kanalına da!.. Tabiî, “her ikisine” diyenler de!..
“İsrail’e kızanlara” şunu söylemiştim:
“Kızmaya hakkınız yok... Adamlar 1948’de “devlet”(!) olup, tüm bunları başarmışlarsa; onlara kızmak yerine, “biz ne yaptık?” sorusunu sormalıyız kendimize!.."
“180 kilo hurma” verecek ağaçtan, hâlâ “80 kilo” hurma topluyorsa; bu, Irak’ın suçudur!..
Bırakın Irak’ı, “kendimize” bir bakalım!..
“Hurma”yı bir kenara bırakalım da, yediğimiz “domates”in tohumuna bir bakalım!..
Biliyor musunuz;
“Yerli domates tohumu”na kaynak ayırmayan Türkiye, ihtiyacı olan “3.5 ton domates tohumu”nu ithal ediyor!..
Nereden mi?..
İsrail ve Hollanda’dan!..
Evet, sırf “domates tohumu” için, her yıl “31 trilyon lira” döviz ödüyoruz İsrail ve Hollanda’ya!..
Bu, ne demek biliyor musunuz?..
Bu, “1 kilo domates tohumu eşittir 20 milyar lira” demek!..
Ya da; “1 gram domates tohumu, eşittir 20 milyon lira” demek!..
Bu da;
“1 gram domates tohumunun, 1 gram altını sollaması” demek!..
Yani;
İsrail'in tohumu, “altın”dan pahalı!..
Dahası da var...
Bu “tohum”lardan üretilen domateslerden, “tohum almak” mümkün değil!.. Yani, her yıl “tohum almaya” mahkûmuz!..
Yani, adamlar öyle bir "tohum" üretiyorlar ki, bu tohumdan "yeniden tohum almak" mümkün değil!..
"Gen"leriyle oynayıp "kısır" tohum üretiyorlar ki, "İsrail'in kapısı"nı her yıl yeniden çalalım ve her yıl "milyonlarca dolar" ödeyelim!..

TOHUM KAçAKçILIĞI!
Tabiî, bu olayın "resmî" tarafı!..
İşin içine bir de "kaçakçılık" giriyor ki, "İsrail'e kaptırılan" paraların miktarını siz hesap edin!..
Buyurun size, henüz 3 ay öncesinden, yani 19 Aralık 2007'den bir "kaçakçılık" haberi:
"Atatürk Havalimanı Gümrük ekipleri, THY uçağı ile önceki gün akşam Tel Aviv'den İstanbul'a gelen İsrail uyruklu Boaz L.'yi, şüphe üzerine takibe aldı. Ekiplerin, İsrailli yolcunun valizinde yaptığı aramada alüminyum folyolarla kaplı 18 poşet bulundu.
Paketleri açan gümrük ekipleri, genetik yapısı değiştirilmiş 3 kilogram domates tohumunu ortaya çıkardı.
İfadesi alınan Boaz L., Bakırköy Adliyesi'ne sevk edildi. Hibrit (genetik yapısı değiştirilmiş) tohumlar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın izni dahilinde sadece ABD, Hollanda, Fransa ve İsrail'den ithal edilebiliyor. 1 gram tohumdan ortalama 25 kilogram ürün alınabiliyor."
Evet, olayın bir de "kaçakçılık" boyutu var...
Düşünebiliyor musunuz;
"İnsan kaçakçılığı" veya "uyuşturucu kaçakçılığı" gibi, şimdi de "tohum kaçakçılığı" yapılıyor!..

TOPRAĞIN GDO'YA BAĞIMLILIĞI!
Gelin görün ki;
"Genetik yapısı değiştirilmiş" bu tohumlar, en az "uyuşturucu" kadar, yani "esrar" ve "eroin" kadar tehlikeli!..
Ha "eroin" zehirlemiş, ha bu tohumlar!..
Hatta, "eroin"den daha tehlikeli!.. İşte bu yüzden, genetiği değiştirilmiş bu ürünlere "Frankeştayn gıdalar" deniliyor!..
Nasıl denilmesin ki;
Frankeştayn Gıda olarak nitelendirilen GDO'lar, kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık veya domuz genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.
Uzmanlar; Türkiye’nin, "Frankeştayn gıda terörü"ne karşı en kısa zamanda tedbir alması gerektiğini söylüyor!..
"Uzman"lara göre, "GDO"ların bir "tehlikeli" tarafı da şu:
"Bu ürünlere bir kere bulaşırsanız, bir daha kurtulamıyorsunuz. O tohumla ürün ektiğiniz toprak, o tohuma bağımlı hale geliyor ve bir daha başka ürün ekemiyorsunuz.
Toprağınız verimsizleşiyor.
O tohumu satan yabancı şirket, size önce tohumu ucuz fiyattan satıyor ve sizi bağımlı hale getiriyor. Ancak daha sonra fiyatını artırarak, sizin başka tohum ekmenizi önlemeye çalışıyor. Sizi öyle bir noktaya getiriyorlar ki; isteseniz de bu çarkın içinden çıkamıyorsunuz."
İşte bu "çark"tan, yani ABD, İsrail, Kanada, çin, Almanya, Fransa ve Hollanda'nın kurduğu "çark"tan çıkamadığımız içindir ki, her yıl "50-60 milyon dolar"lık tohum ithal etmek zorunda kalıyoruz!..
Yani, kendi paramızla zehirleniyoruz!..

YA, BİZ NE YAPIYORUZ?
Hadi, "tohum"dan vazgeçtik.
Ya, şu “modernize” işine ne diyeceğiz?..
Düşünebiliyor musunuz;
“700 yıl geçmişi” olan bir Türkiye; “uçak”larının ve “tank”larının “modernizasyon”unu yapamıyor da, 60 yıllık bir geçmişi olan “İsrail’e muhtaç” oluyor!..
çünkü onlar, “bilim”le uğraşıyor!..
Ya biz?..
“Filim” işlerle!..
Adamlar, “tavukların tüyü” ile meşgul!.. “Gen”lerle oynayıp, “tüysüz tavuk” yetiştiriyorlar!.. Biz ise, “kıldan-tüyden işler”le meşgulüz!..
Yok “sakallı” imiş, yok “uzun saçlı” imiş, onlara takıyoruz kafayı!..
Gündemimizde, “bilimsel dürtü” yok, ama “örtü” var!..
İşte bu yüzden, İsrail’e kızmayalım!.. “Filimsel işler”le meşgul olacağımıza, “bilimsel işler”e kafa yoralım!..
Bilim adamlarımız;
Kapalı mekânlarda "birbirleri"ni, kamusal alanda "başörtüsü"nü çekiştireceklerine, “domates tohumu”na kafa yorsalar, şu “modernize” işi nasıl yapılır, onu sorsalar, mes’ele kendiliğinden hallolur!.
Ama, nerde o şuur?!?..

BİLİMSEL DüRTü YERİNE öRTü!
Vakit Yayın Kurulu olarak biz oturmuş, "İsrail'in tohum tuzağı"na dikkat çekmeye çalışırken, bakın dün Ankara'da neler olmuş:
"öSS öncesi, Ankara'daki üniversiteleri tanıma amacıyla özel bir dershane tarafından düzenlenen geziyle Kocaeli'nden başkente gelen üniversite adayları, üniversite yerine ilk önce başörtü yasağı ile tanıştılar.
Hayalini kurdukları üniversiteleri görmek için otobüslerle Ankara'ya gelen 50 kişilik dershane öğrencisi, gittikleri Ankara üniversitesi Cebeci Kampusu'nda başörtü yasağı ile karşılaştılar.
50 kişilik grup içindeki H.K. ve A.G. adlı başörtülü öğrencilerin kampusa girmeleri güvenlik görevlileri tarafından ‘Siz giremezsiniz’ denilerek engellendi. Başörtülü kızlar, ‘Biz üniversitenin öğrencisi değiliz’ demelerine rağmen, ‘Rektörün talimatı var, başörtülü hiç kimse giremez’ denerek geri çevrildiler."
Yaaa, gördünüz mü "manzara"yı!?!..
Söyleyin Allah aşkına;
"Bilim"le uğraşması gereken "üniversite"ler, hâlâ "örtü" ile uğraşıyorlarsa, böyle bir ülke "Frankeştayn gıda"lar tarafından işgal edilmez de ne olur?..
Hayır, "İsrail'in Frankeştayn ürünleri"ne hiç kızmayalım... çünkü, bizim üniversitelerimiz de "Profesör" etiketli "Terminatör"lerle dolu!..
Ehh, "Frankeştayn tohumlar"dan da, işte böyle "terminatör"ler peydah olur ki, bunu da yadırgamamak gerekir!..
Merak ediyorum;
"Profesör"lerin "gen"leriyle kimler oynadı da, onları Türkiye'ye "yabancı"laştırdı?..
Bu işte "İsrail'in parmağı" var mı acaba?..

---------

Milleti yok saymak!

İlk haber, saat 18.08'de geçti... Şöyleydi: "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, "Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" iddiasıyla AK Parti'nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı."
Şaşırmamak mümkün değil... Başsavcı'nın "laikliğe aykırı fiiller"den kastı, "başörtüsüne serbestlik" girişimleri olsa gerek... İyi de; "milletin yüzde 75-80'i"nin başörtüsü taktığı veya başörtüsüne serbestlik istediği bir ülkede, "milletin oylarıyla iktidar olmuş bir parti"nin girişimleri nasıl "laikliğe aykırı" olur ki?.. Hem sonra; "laiklik, dinsizlik midir" ki, "dinin emrettiği" başörtüsünü serbest bırakmaya çalışmak "laikliğe aykırı" olsun?!?..
Dün demiştim, bugün de aynı şeyi söylüyorum: "Devletin kurumları milletin inancı ile mücadele edecek" ise, niye "seçim" yapıyoruz?!?..
Başsavcı'nın bu girişimi, "milleti yok saymak"tan başka bir şey değildir!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi