İslâmiyet ırkçılığı şiddetle men eder
Hâlıkımız, insanları farklı milletler olarak “tanışmamız, yardımlaşmamız ve sosyal hayattaki münâsebetlerimizi bilip ayarlayabilmemiz” için yarattığını; yoksa “birbirimizi inkâr etmemiz, üstünlük taslamamız ve düşmanlık beslememiz”1 için olmadığını buyurmuştur. Meselâ; ordunun “hava, kara, deniz” ve onların da kendi aralarında çeşitli bölüklere, alaylara ayrılmasının sebebi; düzen ve yardımlaşmanın sağlanması içindir. Yoksa, birbirine üstünlük taslayıp, hücûm etmek için değildir. Milliyetçilik/ırkçılık anlayışı, “diğerlerini inkâr etme, basit görme ve garaz” üzerine binâ edildiğinden; kardeşlik ve güç sahasını daraltır. Başkalarının düşmanlık, kin ve nefretini çeker. Osya biz, medenî ve sosyalleşmeye açık varlıklarız. Kültürel, psikolojik, inanç temelli, hattâ coğrafî şartların etkisiyle âile, cemaat, topluluk, millet etrafında kümeleniriz. Felsefe; gruplar/cemaatler, milletler arası bağ olarak menfî milliyet, ırk, soy sop, kan bağını kabul eder. İslâmiyet ise; “dinî, vatânî ve sınıfî”2 gibi bütün insanlığı kaplayan geniş bağları kabul eder. Ve çatışmaları asgarîye indirir. İslâmiyet milliyeti, milyarlarca kardeşi, kuvveti ve gücü mü’mine verir. Üstelik, bu kardeşlik, mezar kapısına kadar değil; sonsuza dek devam eder. Milliyetçilik/ırkçılık anlayışı, Türk’ün tarih boyunca hakikî milliyetinin (Müslümanlığının) sonucu olan iftihar vesilelerini unutturur. Görünüşte ve geçici bir kardeşlik, dayanışma ruhu verir. Üstelik, garazkâr bir anlayış aşılar.
Avrupa; menfî milliyeti, yâni milliyetçiliği/ırkçılığı tahrik ederek Müslümanları, Osmanlı devletini parçalamış ve lokmalar hâlinde yutmuştur.3 Tarih şahittir ki, ne zaman Müslümanlar İslâm kardeşliği içinde birlikte hareket etmişler ve sâir insanlarla “vatânî ve sınıfî” bağlar kurmuşlarsa, İlâhî bir sır yakalanmış, büyük bir güç elde edilmiş; hem Müslümanlar hem de insanlık huzûr ve mutluluğu yakalamıştır. Şu da kesin bir sosyolojik gerçektir: Yeryüzünde saf ırk, millet kalmamıştır. Asırlar boyu süren göçler, evlilikler; milletleri, ırkları birbirine karıştırmıştır. Bir hafta denize gidenin; bir ay yaylaya çıkanın bile rengi, vücut şekli değişiyor. Elbette asırlarca başka coğrafyalara gidenler, hem iklimin, hem de kültürün etkisinde kalır; değişirler. Yâni, Türk diye lanse ettiklerimiz kimbilir belki Arap, belki Çerkes, belki Laz, belki Alman, belki Macar, belki başka bir ırktandır. Ete/kemiğe bürünüyor; hangi bölgede ise; ondan görünüyor, iklimin damgasını yiyor. Milletini gerçekten sevip müsbet milliyet duygusuyla hareket eden, milletinin yükselmesini, gelişmesini, tekâmülünü isteyen; sadece gençlerin hevesâtlarına, nefsî arzularına hitap etmez. Bir milleti oluşturan başka katmanlar, kesimler var. Onlar da, çocuklar, ihtiyarlar, hastalar, musîbete maruz kalmış olanlar, güçsüzler ve ciddî olarak âhiretini düşünenlerdir.4 Bunlara milliyetçiliğin, ırkçılığın şeytânî, nefsânî, zehirli balının ne faydası olur? Danışma, dayanışma, yardımlaşmaya yönelik milliyet anlayışı insanlığın rahat ve huzuruna hizmet eder. Üstünlük taslayan, kin, garaza dayalı, başkasını yutmakla beslenen bir milliyetçilik anlayışı adaleti bozar; huzûru asla temin edemez. Dolayısıyla İslâmiyet ırkçılığı şiddetle men eder.
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Hucurât, 15; 2- Sözler, s. 122; 3- Mektûbât, s. 312; 4- Age, s. 314.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.