Osmanlılık ve Atatürk
Kendi sitesinde verilen bilgilere göre, birlikte çalıştığı ortakları arasında İşbirliği İçin Genç İsrail Forumu ve İsrail liderlerine, alacakları güncel ve uzun vadeli kararlar için bilgi ve görüş desteği sunmak üzere kurulan Reut Enstitüsü gibi kuruluşların da yer aldığı Laboratoire Européen d’Anticipation Politique adlı teşekkülün hazırladığı “Avrupa 2020” raporunda Türkiye’nin son dönemdeki dış politikası için şöyle bir değerlendirmeye yer veriliyormuş:
“Atatürk’ün vizyonuna dönen Türkiye, büyük devletlerin kendisi için belirlediği pozisyona sırt çevirdi...” (İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 4.3.10)
Raporda, Türkiye’nin “onlarca yıl kukla siyasî figürlerle yönetildiği ve yeri geldiğinde bu figürlerin kaldırılıp atıldığı” gibi hayli provokatif ifadeler kullanılırken, onlar için de “Atatürk’ün tezini temsil ediyorlar” tezinin işlendiği ifade ediliyor ve “Oysa bütün amaç Türkiye’yi NATO, AB ve ABD ekseninde tutmaktı” deniliyormuş.
Burada, son zamanlarda farklı adreslerden sâdır olup pompalanan, ama hükümetin “Öyle birşey yok” diye reddetme gereği duyduğu “yeni Osmanlıcılık” telkinlerinin, bu defa “Atatürk vizyonu” gibi, AKP’nin “hayır” diyemeyip, tam tersine hevesle üzerine atlayacağı yeni bir sloganla, yine aynı amaca mı varılmak isteniyor?
Şimdiye kadar iktidara gelen bütün hükümetleri “kukla” olarak karalayıp, ilk kez AKP devrinde “bağımsız ve şahsiyetli bir politika” uygulandığı gibi bir cilâlama ve gaz verme taktiğiyle Türkiye bir yerlere mi götürülmeye çalışılıyor?
Bunu önce, AKP’nin millî görüş damarına hoş gelecek “yeni Osmanlı” söylemleriyle yapmayı denediler; tutmadı. Şimdi, zaten başından beri Atatürkçülük yarışında adeta rakip tanımaz bir “mod”a girdiği gözlenen iktidar partisinin bu zayıf noktası üzerinde çalışarak, “Türkiye Atatürk vizyonuna AKP ile yeniden geri dönüyor” havası basılıyor. Böylece bir anlamda, 28 Şubat’ın isteyip de yapamadığı “Türkiye’yi 1930’lara döndürme” projesi, AKP ile gerçekleştirilmek isteniyor.
Neymiş? Önceki “kukla siyasî figürler”le Türkiye NATO, AB ve ABD ekseninde tutulmaya çalışılıyormuş. Bu eksenin bilhassa AB ve ABD gibi, rekabet halindeki iki ayağa dayandırılmasındaki çelişki ayrı bir bahis; AKP iktidarında Türkiye’nin NATO operasyonlarında rol üstlenme ve ittifakın yönetiminde daha aktif görev alma konusundaki heves ve iştahı ortada iken böyle bir iddianın mantıklı bir gerekçesi olabilir mi?
Beş buçuk yıldır AB reformları için kılını bile kıpırdatmayan ve AB sürecinin bürokratik hazırlıklarını bile AB karşıtı kadrolara teslim ettiği her gün yeni örneklerle gözler önüne serilen AKP iktidarının tavrı, Avrupa 2020 raporundaki tahlilin yalnızca buna dair kısmını doğruluyor.
Ama aynı şeyi ABD ile hâlâ onun kontrol ve hakimiyetinde çalışan NATO için söylemek zor.
Yalnız burada gözden kaçırılmaması gereken ince bir nokta daha var. Tam şu zamanda ABD ile de ilişkileri bozma telkinlerinin, orada İslâm dünyasıyla arasını düzeltme ihtiyacını gören, bunun sancılarını yaşayan ve İsrail’le de arasına mesafe koyma işaretleri veren Obama yönetiminin işbaşında olmasıyla bir ilgisi olabilir mi? Ve yine şu günlerde Yahudi lobisinin başını çektiği bir tezgâhla Ermeni soykırımı krizinin alevlendirilmesi tesadüf olarak değerlendirilebilir mi?
İsrail’le sıkı fıkı olduğu açıkça belli bir kuruluş 2020 Avrupa’sı için temennî niteliğindeki öngörülerini kayda geçirirken gerek AB, gerekse Obama ABD’si ile arasını bozmuş bir Türkiye imajı çizerek neyi hedefliyor olabilir? İlk akla geldiği şekilde Türkiye’nin İslâm dünyası ile daha çok yakınlaşmasını mı; yoksa arada ve boşlukta kalıp, gelen ilk güçlü rüzgârla savrulmasını mı?
Gerçek şu ki, bilhassa AB üyesi olmaktan vazgeçen bir Türkiye’nin İslâm dünyasındaki etki ve cazibesi de çok büyük ölçüde ortadan kalkar.
Bu itibarla, hele içi boş “Atatürk vizyonu” gibi dolduruşlara kapılıp ortada kalmanın âlemi yok.